TUMLU KALESİ VE TUMLU KÖYÜ
TUMLU KALASI’NIN adının anlamını bilmeyenler, bu adın ya Ermenice, ya Grekçe/Yunanca olduğunu sanmışlar. Ermenice, Grekçe/Yunanca dedim de neden Rumca demedim. Çünkü Rum Ulus’u ile Greklerin/Yunanlıların hiçbir organik bağları olmadığı için Rumca sözünü söylemdim. Bu günkü Rumca, gerçekte Rum topluluğunun ana dilleri değildir. Rum’lar Yunancayı M.S: 7. yüz yılının ortalarına doğru, 610 yılından itibaren öğrenmeye mecbur oldular. M.S: 610 yılında Doğu Roma Devletinin Yunan dilini resmen kabul etmesinden sonra Rumlar ve bütün TURANİD’LER Grekçe öğrenmeye mecbur kaldılar. Aradan geçen yüzyıllardan sonra ise kendilerini Yunanlı sandılar. Bu tıpkı (bkz.Turkomanya Bilgeata ) Güneydoğu’daki Türkmen, Karakeçili, Barak, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Türklerinin Kurmançu’ca öğrenmek zorunda kaldıktan sonra, kendilerini Kurmançu sanmaları gibi oldu. 2009 yılına dek Yunanistan’da başbakanlık yapan Rum asıllı Kostas Karamanlis Grek/Yunan değildir. O Yunanlılaşmış Karaman Türk’üdür. Rum adı altında kendilerini Yunanlı sananlardandır. KARAMANA-LİS sözündeki LİS takısından S harfi düştüğünde doğrudan doğruya KARAMAN-Lİ olur. Biz Rumca sözünü Yunanca anlamına olarak kullanıyoruz. Gerçekte RUMCA diye bir dil de konuşulmuyor. Buna göre TUMLU KALASININ adı; ne Rumca/Yunanca, ne de Ermenicedir. TUMLU sözü bal gibi Türkçedir. Belgelerini aşağıda sunacağım.
Yukarıda KALA sözünü bilerek yazdım. KALA sözü, KALMAK sözündendir. Kalan, kalıcı, yani ebedi anlamınadır. Biz bu sözün Arapçalaşmış şekli olan KALE şeklini kullanıyoruz. Kala sözü Arapçada kalan Türkçe bir sözdür. Bu söz Arap dilinde korunup kalınca, HALED şekline girmiştir. Daha sonra halid, muhalled, huld gibi pek çok türeyişleri olmuş, Cennet-ül Huld sözü de ebedi Cennet anlamına Türkçedir.
1960 yılına dek TUMLU KALESİNİN doğusundan bir su kaynardı. O sıralarda arkası Kırmıt’a doğru, çeşmeleri Köye doğru akan kurnaları vardı. Bu su aslında biraz kekre bir su idi. Ama çevrede kaynak su olarak Soysalı’nın dışında ihtiyacı giderecek bir su kaynağıydı. Bu sudan içen kadim {çok eski, eskiden de eski} atalarım, suyun durumunu belirtmek için su soğuk demişler. Kaynak sular yaz aylarında soğuk, kış aylarında ılık olur. Demek ki bölgeye gelen ilk atalarım buraya yazın gelmişler. Türkçede soğuk sözünün aynısı olan başka bir sözümüz daha var. O da “TUMLU” sözüdür. Bu sözü nedense hep su için kullanmışız. Oysa hava ve başkaca şeyler için de kullanılabilirdi. Türkiye’de çok ünlü bir pınarın adı da TUMLU KALESİNİN VE TUMLU Köyümüzün adının baştaki T harfinin D harfine değişmiş şekli ile söylenen pınarımız ve başka bir yerleşke adıdır. Bu ünlü Pınar: “DUMLU PINAR” ile Erzurum İl’imize bağlı “DUMLU İLÇE’Sİ” de aynı sözden oluşurlar. Erzurum’un DUMLU İlçesine DUMLU adını veren Türk ataları, orada ya soğuk bir su kaynamaktaydı veya hava çok soğuk olmalıydı. Bunun için oraya da DUMLU demişlerdi.
Dikkat edilirse Türkiye’de Anadolu topraklarında (bkz. Anatolia Bilgeata )en Doğudan en batıya kadar üç adet DUMLU, TUMLU adlı su kaynakları bulunmaktadır. Doğudaki DUMLU, şimdi Erzurum il’imizin bir İlçesidir. Batıdaki DUMLU Kütahya İl’imizin sınırları içindedir. Ortadaki TUMLU ise Adana İl’imizin Ceyhan İlçesinde hem bir Kale, hem de bir köydür. Kayı Boy’una mensup olan Soysalı Oymağı ki, bu Oymağın yerleştiği alanlar, oldukça geniş olarak görülüyor. Soysalı Oymağının Doğudan Güney’e ve Batıya doğru şimdilik kaydı ile üç su kaynağına DUMLU ve TUMLu adlarını vermiş olduklarını tesbit ediyoruz. İki DUMLU gerçekte DUMLU olarak mı, yoksa TUMLU olarak mı söylenmiş idi? Bunun tayin ve tesbiti zor ise de elimizdeki belgelerde bu su kaynaklarının da T ile söylenmiş olduklarını düşünebiliriz. Daha sonraları buralarda yaşayan oymaklar, ileriki zamanlarda T harfini D harfine çevirerek TUMLU’YU, DUMLU’YA çevirmiş olmalılar. Nitekim şimdi de yerleşkelerin adlarını değiştiren bir heyet, TUMLU’YU, DUMLU’YA çevirmektedir. Eskiler, bunu zaman içinde dilin yapısı gereği olarak yaparlarken, şimdiki komisyonlar görev gerdeği olarak yapıveriyorlar.
TUMLU Kalesinin ve TUMLU Köyünün adının TUMLU şeklinde konulması ve söylenmesinin tarihi oldukça eskidir. Elimizdeki belgelerden birisi ve belki de en değerlisi, 2010 yılı itibariyle 937 yıl önce 1073 yılında yazılmış olan Divan-ü Lügat-it-Türk’tür. Kaşkarlı Mahmut bu sözü: TUMLU şeklinde kaydetmiştir. İbn-i Mühenna Lügatinde: “TUMLUĞ” şeklindeki kayıtlı olarak gördüğümüz gibi, Uygur Türkçesinde de: “TUMLIK” şeklinde buluyoruz. Belgeler aşağıda sunuldu:
“tum=soğuk,
tumlı=soğumak
tumlığ=soğuk Bk: tum, tumluğ. /Caf., U./. Krş.: Rad., Uyg.-tumlık; Müh.-tumluğ; İd.- “ tumluğ kelip kapsadı=soğuk geldi kapladı.” 1
………………………………………………………………………………..
1} Divan-ü lügat –it- Türk Kaşkarlı Mahmut TDK. yayınları besim Atalay Tercümesi Ankara C=4. S=651–652
Şu yerleşkelerin, kaynakların, dağların, derelerin adlarını değiştirenler, bunları TDK’NA sorsalar ne iyi ederlerdi. Orada çalışan bu ekipler nedense bu tür işleri hep böyle yapıyorlar. Bu sözün ne anlama geldiğini hiç olmazsa şöyle, Divan-ü Lügat -it-Türk’e baksalardı yine de az-çok aydınlanırlardı. Hatta Türkçemizde TUM-MAK diye bir de fiilimiz var. TUM-MAK fiili, suya atlamak, suya koşmak anlamına kullanıldığı gibi, bundan esinlenerek seğirtmek, koşmak, hücum etmek, saldırmak, aniden/birden bire üstüne atlamak gibi anlamlara da gelir bir sözdür.
Divan-ü Lügat-it-Türk M.S: 1073 yılında yazılmıştır. Yazarı Kaşkarlı Mahmut’tur. Kaşkarlı bu kitabı Araplara Türkçe öğretmek üzere hazırlamıştır. Kitap Besim Atalay tarafından Arapçadan çevrilerek bir Dizin, üç cilt olarak toplam dört cilt halinde TDK tarafından ilk kez 1939 yılında bastırılmıştır. Divan’ın yazım tarihi 1073 yılı olduğuna göre 937 yıl önce yazılmıştır. Buna göre TUMLU sözü, 937 yıldan bu yana o Kalenin adıdır. Benim bağlı bulunduğum Soysalı Oymağı ve bu Oymağın en güçlü temsilcileri olan KACADURMUŞ’LAR, bu belgeye göre en az 937 yıl önce Çukurova’da bulunmuş oldukları belgelenmiş oluyor. Gerçekte Soysalı Oymağının Anadolu’daki varlığı, daha gerilere doğru götürülebilecek durumdadır. TUMLU Kalesinin yapım tarihi ise M.S Birinci yüz yıla kadar götürülmektedir. O günden bugüne bu kalenin adı Türklerce TUMLU şeklinde söylenmekte olduğu biliniyor. TUMLU Kalesinin Türklerce TUMLU adı ile söylenmesi dikkate alınırsa Kalemiz Hz. İsa {sav} Efendimiz ile yaşıt olmuş sayılabilir.
Soysalı Oymağı’ında zamanla bölünmeler yaşandı. Sırkıntı’da; Tumlu ve Çukurkamış’ta Karalar, Karafakılar, Fakihler, Erzin’de Gök’ler, Gök Fakılar, Fakihler, Kadirlide Durmuşlar, Durmuşoğulları, Üçdut’ta Koca’lar, Feke; Belenköy, Tepeköy, Süphandere, Gürümze’de Kocalar, Kocadurmuşlar, Develi Soysallıda, Ekinözü Soysallı’da Yemende TURMİŞLER hepsi bir kökten türemişler. Bunlar zaman içinde çoğalarak birçok oymaklar oluşturmuşlar. Bu itibar ile o tarihte bir kısmı Soysalı’ da otururken, öbürleri Tumlu, Saygeçit, Çukurkamış ve Ceyahan’a bağlı Kastal, {Şimidi bu yerleşke TİGEM arazisi içinde kaldığı için Mercimek Beldesine taşındı.}, otuyorlardı. Bu tür oturmaların örnekleri çoktur. Dedelerimizin dedeleri Saygeçit köyünü, Kırmıt {şimdiki Sağkaya beldesi} Develinin Soysllı Beldesi, Kahramanmaraş’ın Ekinözü İlçesinin Soysallı Köyü, Şanlıurfa’nın Kırmıt Köyü, Osmaniyenin Kırmıtlı Beldesini Kurdular. Misis, Havraniye,{şimdi Geçitli köyü}ne de yerleşmişler. Şimdilik bunları tesbit edebildik. Bunların Kayı Boy’undan türeyen Soysalı Oymağının yeryüzüne dağılmış kolları olduğu bu araştırmayla ortaya çıkarıldı.
Yemendeki TURMİŞLERİN/DURMUŞLARIN bir mensubu ile Irak’ta Bağdat Üniversitesinde Yüksek Lisans’ımı yaptığım 1970 li yıllarda tanışmıştım. Bu bir genç üniversite öğrencisiydi. Adı: Taha TURMİŞ idi. Bağdat’ta Mustansıriye Üniversitesinde Ekonomi Fakültesinde okuyordu. Büyük-büyük Dedelerinin Anadolu’dan kalkıp Yemen’e yerleşmiş olduklarını anlatıyordu. Bu yerleşme olayı oldukça eskilere dayanmış olmalıydı. Osmanlılar zamanında Durmuş sözü, Turmuş şeklinde kullanılıyordu. Yemende ise daha eski bir Türk diyalekti olan TURMİŞ şeklinin kullanılmış olması KOCADURMUŞLARIN köken olarak çok eski tarihlere kadar gidebileceklerini gösteren başka bir belgeydi.
O kadim devirlerde Soysalı Oymağı, bölgenin hakim gücü olarak bir çok yerlere yerleşkeler kurmuştu. Buraların en kadimi /en eskisi, eskiden de eskisi TUMLU Köyü idi. O yerlerin konumuna göre adlar veriliyordu. Tumlu soğuk anlamında bir ad idi. Çukurkamış, kamışlık, berdilik, nergislik bir yer idi. Hatta bir hüyüğün adı halâ Nergis Hüyüğüdür. Kastal verimli bir arazi, otlakları bol bir yer idi. Bu adın kadim KASTABALA adı ile yakınlığı dikkat çekicidir. Kasta-Bala sözünün sonundaki BALA sözü Türkçe çocuk anlamınadır. Buraları 1900 lü yıllara doğru Ermenilerin Sultan Abdülhamit’ten istemeleri üzerine Sultan 2. Abdülhamid’in Zat-ı Şâhâne adına, yani Padişahın kendi adına tapulattığı yerlerin içinde kalmıştır. Oralar Soysalı Oymağının bölüklerinin yerleşme alanlarıydı. Saygeçit, Tırak Yaylalarına, ören yerlerine çıkılan Çukurova ile Tırak’ı birbirine bağlayan bir konumda idi. Adana yönünden şimdiki İmamoğlu İlçesine girmeden sol yana dönüldüğünde eski Karsantı Bucağı, şimdiki Aladağ İlçesi yoluna düşüldüğünde bir-kaç kilometre sonra Saygeçit Bucağı gelir. Burası say’ı olan bir yerdir. Say, hafif yumuşak, suların yardığı yerlerde, derelerde bulunan taşımsı nesnelerdir. Bundan dolayı adı Saygeçit olarak konulmuştur.
Şimdiye dek TUMLU ile ilgili köken bilgisi/Etimology/Etimoloji çalışmaları yapılmamış olduğunu biliyoruz. TUMLU>DUMLU sözleri elimizdeki belgelere göre kesinlikle Türkçedir. Yüz yıllardan beri de böyle söylenmektedir.
TUMLU KALESİ SAVAŞLARI
TUMLU kalesi muhkem/berk bir Kaledir. Kaleye en rahat doğu kapısından çıkılır. Kalenin içinde su sarnıçları bile vardır. Halen bal arıları bu su sarnıçlarından su alırlar. Kalede mazgal delikleri halen sağlamdır. Fransızlar Çukurova’yı işgal ettiklerinde, TUMLU Kalesine de silah ve mühimmat yığmışlardı. Babam Merhum Ahmet KOCADURMUŞ Hoca Efendi, kendi müfrezesiyle Kaleyi basmış, çok çetin savaşlar yapılmıştı. Fransız askerlerinin çoğu paralı askerlerden oluşuyordu. Bunların arasında Cezayirli askerler de vardı. Onlara: “Türkler Hıristiyan oldular, Müslümanlıktan çıktılar” diyerek kandırmışlar ve Savaşa getirmişlerdi. Babamın müfrezesi bu paralı askerlerle de çarpışmaktaydı. Onlardan birisi, Babam merhumun namaz kılmak için ormanlık alanda kısık sesle ezan okuduğunu duyunca, kandırıldıklarını anlamış ve gelip teslim olmuştu. O zamanlar Halk fakir olduğu için köylerde kubbeli camiler olmadığı gibi minareler de pek yoktu.
Fransız askerleri TUMLU Kalesini işgal ettiklerinde mazgal deliklerini kullanarak Türk mukavemet/Direniş güçlerine çok zayiat verdiriyorlardı. TUMLU kalesi Savaşı beklenenden uzun sürmüş, Kale bir türlü düşürülememişti. Direnişçilerinin arasında keskin nişancılar da vardı. Bunlardan birisi de babam idi. Ama Kalenin çevresinde büyük kütleli taş yığınları az olduğu için siper alınamıyordu. Sonunda gece yarısından sonra mazgal delikleri yönünde siperler kazıldı. O gün, gün ağarırken Direnişçiler bu siperlerden mazgal deliklerine ateş açmaya başladılar. Kaba kuşluk vakti, Kaledeki ateş üstünlüğü zayıflamaya başladı. Pek çok Fransız askerleri mazgal deliklerinde vurulmuşlardı. Bunun üzerine Merhum Babam, Kalenin doğu kapısına yanaştı. Kale Direnişçiler tarafından dört bir yandan kuşatılmış idi. Zayiat çok olduğu, elde fazlaca Çete/Direnişçi kalmadığı için bütün güçleriyle Güney mazgallarına yüklenmişlerdi. Fransız askerleri de bu direnişi kırmak için Güney mazgallarına ağırlık vermişler, keskin nişancıların ateşleri karşısında tutunamamışlar sapır-sapır dökülmüşlerdi. Öğlen ezanına az bir vakit kala babam ve birkaç direnişçi Kalenin Doğu kapısını tutmayı başarmışlardı. Kaledeki silah sesleri azalmış, bir süre sonra kalenin Güney Burcuna teslim bayrağı asılmıştı. Babam ve arkadaşları Kalenin doğu kapısında sipere yatmışlar Fransızların çıkmasını bekliyorlardı. Fransızlar teslim bayrağı ile kapıda göründüler. Direnişçiler bir tuzağa düşmemek için uyanık olmak zorundaydılar. Fransız askerleri kapıdan aşağı inerlerken içerden bir yaylım ateşi başladı. Ama kurşun gelmiyordu. Meğer teslim alınan Fransızlar, ellerindeki mühimmatı Türklere vermemek için yığın yaparak bunları ateşe vermişlerdi. Merhum Babam, komuta ettiği direnişçilere; teslim alınan Fransız askerlerini aşağıya indirmeleri buyruğunu vererek, ikindiye kadar orada beklediler. İçerideki patlamaların şiddeti azalınca bir kaç Direnişçi ile dikkatlice Kaleye tırmandılar. Anam Arzu Hatun’un anlattığına göre darı patlar gibi patlamalar 4 kilometre uzakta bulunan Soysalı’ dan bile duyulmaktaymış.
Patlama sesi, kesildiğinde TUMLU Kalesi Direnişçilerinin komutanı olan babam merhum TUMLU Kalesinin düşmesiyle birlikte Kaleye ilk giren kişi oldu. Kaledeki Fransız bayrağı indirilerek Türk bayrağı asıldı. Fransız askerlerinin silah, mühimmat, yiyecek depoları ele geçirildi. Günlerce boğazlarına lokma girmeyen aç-susuz, sırf Allah Rızası için Vatanın Kurtulması, Müslümanların düşman çizmeleri altında ezilmemeleri için yapılan Savaşın bir bölümü daha Zaferle sonuçlanmaktaydı. Babam pirinç, çay, şeker, peksimet, un, yağ, başkaca ne var ise kendi hissesine düşen ganimetleri alarak TUMLU Kalesinden aşağıya indirmiş, öbür Direnişçiler de kendi ganimetlerini alarak Kaleden aşağıya indirmişlerdi. Babam çevreden eşek-katır, ne bulduysa ganimetleri yükleyerek Soysalı’ daki evimize getirmiş olduğunu anlata-anlata bitirememişlerdi. Köylü aç-susuzdu. Bunları taksim ederek Halkın karnının doyurulmasına çalışılmış idi. O ganimetten kalan bir de büyükçe bir top mermisi vardı. Uzun yıllar bizler çocukluğumuzda o top mermisinin üstüne oturur kaydırak yapar kayardık. Kimse de bize bunun tehlikesini söylemedi. 1957 yılına geldiğimizde şiddetli bir yağmur yağdı, ortalık selsele gitti. Evimizin her yanını sular, seller bastı, o sırada bu top mermisi çamurların arsında kalarak kayboldu. Bu mermiyi bir türlü bulamadık. İleride bizden sonraki kuşlakların başına bir dert açar mı bunu da sorup öğrenmedik. Şu satırların yazıldığı 5 Mart 2010 yılı itibariyle 53 yıl önce kaybolan 1920 yıllarında imal edilmiş olan bu top mermisi, şu TUMLU KALESİNİN ASİL DİRENİŞİNİ ve adsız, namsız kahramanlarıyla ilgili yazıyı yazmasaydım aklıma bile gelmeyecekti. 5-Mart 2010 günü, bu gün inşallah Yüce Rabbim hayırlı uzun ömür verirse 73 yaşıma giriyorum. Şu anda gece saat 0.3.30 da bu yazıyı müsvedde halinde yazarak İnşallah gündüz düzenlemesini yapıp 73 yaşıma girdiğim 5 Mart günü, bu gün Yüce Milletime, TUMLU Kalesine ad veren Soysalı Oymağına mensup KOCADURMUŞ Âilesine bütün inananlara esenlikler diliyorum.
“insanlar için çalışmalarından başka bir şey yoktur” Buyuran Ulu Tanrım, çalışmanın insanların hayatında ne kadar değerli olduğunu anlamamız için bu Fermanını bize göndermiştir. İnsanlar çalışırlarsa Allah Zül Celâl de onların emeklerini boşa çıkartmaz. “Armut piş, ağzıma düş” demekle, hiçbir armut ne pişer, ne de ağza düşer.
Ben bu yaşımda gece yarılarına kadar çalışıyorum da demiyorum. 24 saatlik bir gün çalışmalarım için yetmiyor desem beni anlar mısınız? Bu Yüce Türk Milletinin çok çalışmak, çok üretmek, az tüketmek, biriktirdiklerini korumak, yatırım yapmak, icat etmek, bulduklarını teknolojiye dönüştürmek baş hedefleri arasında olmalıdır. İşi-gücü bırakıp, hayatımızı lak-lakıyatın pençesine teslim edemeyiz. Biz dünya’ya lak-lak için de gelmedik. Hangi alanda çalışıyorsak o alanın en iyisi olmak zorundayız. Her şeyi Devletten beklememeliyiz. Devleti yönetenler de kendi sorumluluklarının gereğini yapmakla yükümlüdürler. Devlet yöneticileri de tutumlu olmaya mecburdurlar. Buna hepimiz mecburuz. (bkz. Millet http://www.bilgeata.com/?syf=menu&tekd=28&aciklama=Millet ) Ne çarçur edelim, ne de cimriler gibi sımsıkı olalım. İkisinin arasında bir yol tutalım. Dünya ulusları doludizgin yatırıma, gelişmeye, bilimlere, koşarken bizim yayan-yapıldak aç-susuz onların yaptıklarını satın almakla hayatımızı lüks içinde mutlu-mesut sürdürebileceğimiz sanılmasın. Bu devran böyle gitmez. Gelecek bin yılların kendi neslimizin olması için yatırım-yatırım, üretim-üretim ARGE-ARGE ve çok çalışmak, işte parolamız bu olmalıdır. Resmi rakamla işsizlerin sayıları 4 milyona dayanmış bir ülkenin, resmi olmayan rakamlarla bu sayının 10 milyonları bulacağını kim inkâr edebilir? Elimize aldığımız her aygıtın arkasında CHİNA=ÇİN yazarken biz daha neyin tartışmasını yapıyoruz? Bu Ülkenin bahtı kara evlatlarını laf ile avutanların artık gerçekleri görmeleri gerekmiyor mu? Laf devri bitti. Şimdi iş, aş devri demek gerekmiyor mu? Üniversite mezunu gençlerin beyinlerini, taş kömürü karanlığına gömen ziniyet ne büyük açmaz içindeyse bir an önce bu açmazdan kurtulmalı, bu Kutlu Ülkenin kara bahtlı çocuklarına aş-iş sağlayacak üretim alanlarına yönelmeli değil midir?
Babalarımız, dedelerimiz dün düşmanları kıt imkânlarıyla nasıl kovmuşlarsa, biz de yoksulluğu, sefaleti, geri kalmışlığı, çok çalışarak, çok üreterek, çok icat ederek/buluş yaparak, yatırımlara hız vererek, aşsızımıza aş, işsizimize iş alanları oluşturarak bu savaşı kazanmak zorundayız. (bkz. Tübuk Bilgeata)
e-posta: bilgeata@yahoo.com
|