Bilge Ata  
Site içi arama :
 
      Ana Sayfa   |   Din   |   Köken Bilimi   |   Güncel Makaleler   |   Araştırmalar   |   Belgeler   |   Hakkımızda   |   İletişim
 
 
 

 
Anket
Amerikalıların Kızılderililere yaptığı soykırım hakkında ne düşünüyorsunuz?
 Evet Soykırım yapmıştır
 Hayır Yapmamıştır
 Kısmi olarak soykırım yapmıştır

 
 
Ziyaretçi İstatistikleri
Aktif: 62
Bugün: 70
Toplam: 1.138.231
 

Sacayağı

SACAYAĞI

 

Türkiye üç ana hedefi iyi kavramalı, iyi değerlendirmelidir. Bu üç hedefin sapması, toplumun doğruları algılamasını engeller. Bu üç ana temelin yerli yerine oturtulmasını sağladığımız gün, Türkiye’nin kararan bahtı ak talihlere dönüşebilir. Bu üç ana sacayağının birincisi eğitim, ikincisi siyaset, üçüncüsü diyanettir.

1}Türkiye eğitim sistemini çağın gerekleri olan bilimsel bir temele oturtmadıkça ve bunu da rasyonel bir çizgiye getirmedikçe geri kalmışlık çemberini kıramaz.

2}Türkiye, siyasi hayatını, yani seçim yasaları ile Siyasi Partiler Yasası’nı, hukukun üstünlüğü, Milli hâkimiyet,/egemenlik adâlet ve fırsat eşitliği temeline oturtmadıkça hiçbir şeyini düzeltemez.

3} Türkiye, diyanet teşkilatını, yani din cephesini asli yerine oturtamazsa nice din sömürücülerinin şerrinden bu Milleti koruyamaz.

4} Bu doktrin, bu üç ana temeli ele almış, Milletimizin refah ve mutluluğu için bir sistem içinde birleştirmiştir. Eğitim olmazsa, yükselme olmaz. Siyaset düzgün olmazsa, kötü yönetimler kötülükler saçarlar. Dinin kendi öz cevherinin öğretilememesi ise din istismarcılarının yanlışı doğru, doğruyu eğri göstermeleri gibi, vahim hataları Millete mal etmelerine sebep olur.

 

BİLGİ MESELESİ

 

Kahramanlık nutuklarının alkış tufanından

Aklın idrak ufuklarına akabilecek çabalar,

Milletleri bilgi denizine ulaştırır.

                                     Bilge Ata

 

Bilginin elde edilmesi, biriktirilmesi, tasnif edilmesi, daha sonra da değerlendirilerek hayata geçirilmesi, bütün çağların ana hedefi olmuştur. İnsanlık tarihini dövüşme, güç kullanarak üstün gelme ve hâkimiyet/egemenlik kazanma açısından değerlendirenler çok olmuştur. Biz, insanoğlunun yaratılmasının hikmetinin bilgiyi elde etme yönünde olduğunu ortaya koymak istiyoruz. Yaratılış gerçeğinin bilgi ve hikmetin elde edilmesi açısından değerlendirilmesinden büyük hakikatlerin doğacağına inanmaktayız. İnsanın yaratıldığı günden beri elbette çıkar çatışmaları olmuş, bu çatışmalar günümüze dek olanca şiddetiyle sürüp gelmiştir. Bilginin ve hikmetin ele geçirilmesi, insanlığın yaratıldığı günden beri insanlık tarihini meşgul etmiştir. Bilginin bu soylu ve yüce değerini erken devirlerde anlayanların öbür insanlara karşı büyük üstünlükler sağladıkları ve saygın bir yer edindikleri bilinmektedir.

Türkler, bilgiyi elde etmek için erken devirlerde büyük çabalar sarf etmişlerdir. Bilge Kağanlar,  Şatıroğluları, İbn-i Sinalar, Farabiler, İbn-i Et Türk’ler, Harizmi’ler, Buhari’ler, Maturidi’ler, Nesefi’ler, Uluğbey’ler, Ali Kuşçu’lar, Hazerfen’ler, Ebül-İz’ler, Piri Reis’ler gibi tarihin tanıklığını yaptığı nice büyük Türk Ataları, bilimsel bilgiyi elde ederek, dünya milletlerine bilim önderleri olmuşlardır. Bu, soylu Türk atalarının ortaya koydukları bilimsel veriler, bütün dünyanın bu verilere sarılmaları sonucunda bugünkü medeniyet çağları doğmuştur.

 

Geçmişlerine söve-söve geleceklerini kuracaklarını sananlar,

Rüzgâr ekip fırtına biçenlere benzerler.

                                                 Bilge Ata

 

Kendi bilim ve Türk tarihini savaşlar-dövüşlerden ibaret sanan YÜLÜK beyinler, her şeyin Rönesansla başladığına inanan çeyrek aydınlar, bu Ülkenin en büyük milli felaketi olacaktır.

                                                                       Bilge Ata

 

Onlara, artık kendi değerlerimize sahip çıkalım dediğimizde hemen şu karşılığı verirler:

“Sen kardeşim! Geçmişinle övünme, şimdi ne yaptın? Bize hangi sanayi sektörünü kurdun?” gibilerinden yavan itirazlar ileri sürerler.

Onlara bir çift sözümüz var, ama bu sözü şu yaşanmış olayı anlattıktan sonra söylemeliyim.

Irak’ta, Bağdat Üniversitesi’nde, 1975 yılında yüksek lisansımı yaptığım sıralarda bir kitapçı dükkânına uğramıştım. Orada { El-Feylesof-ül-Arab. el-Farabi. } adında bir kitap gördüm. Bu cümlenin anlamı {Arap Filozofu- Farabi} demektir.

Kitabı alıp incelerken araştırma görevimi yürüttüğüm Bağdat Üniversiteden birkaç Arap öğrencinin yanıma sokulduklarını gördüm. Bana:

“Farabi, büyük bir Arap filozofudur” dediler. Ben:

“Farabi, büyük bir Türk filozofudur” diye karşılık verince, kitapçı ve orada bulunanlar bana sözlü sataşmaya başladılar.

Hayır Efendim! Farabi; bir Arap filozofudur” diye itiraz ettiler. Ben de elimdeki kitabın Farabi’nin hayatını yazan bölümünü açarak, onlara okumaya başladım. Orada şöyle deniliyordu.:

“Farabi Türkistan’da doğmuş, UZLUK kabilesindendir.” Ben bu yazıyı okuyunca, oradaki Arapların verdiği pişkin cevaba hala şaşmaktayım.

“-Olsun efendim! Nasıl olsa hepimiz Müslüman değil miyiz?

O pişkin Araplardan bizdeki pişkinlere geçer ve onlara şöyle sorarasak:

- “ Siz ne yaptınız? Neleri icat ettiniz. Dünya çapında hangi projelere imza attınız?” desek, cevapları pişkin Araplar kadar pişkindir.

—Bize ne verdiler de ne yapalım?”

- “ Peki muhteremler! Size verilmeyenler, geçmiştekilere verilmiş miydi? Sizler yönetim erk’ini elde bulunduranlar, buluş yapan Türk beyinlerini nerelerde israf ettiniz?”

Gelişmenin bilimsel mantığını anlamayanların verecekleri yanıtlar bunlardır. Çünkü onlar, geçmişe söverek, kendi tükenmişliklerinin üstünü örtmeye çabalamaktadırlar. Bizler kendimizle YÜZLEŞ’EMEDİKÇE hiçbir müspet sonuca ulaşamayacağımız gerçeğini, ön yargı koymadan, kabul etmeliyiz.

 

DİPLOMA LE ORİANT {ŞARK/DOĞU DİPLOMASI}

 

Burada {Şark/Doğu sözü, Osmanlı anlamında kullanılmıştır.} Osmanlı Devleti, zoraki bir fermanla bir takım yeniliklere girişti. 1839 yılında yayınlanan Gülhane Hattı Hümayunu, yahut Tanzimat Fermanı, ile Avrupa’ya yöneldik. Bu devirde Avrupa’ya okumaları için öğrenciler gönderdik. Bu öğrencilerin içinde bilimsel bilgiyi elde ederek yurda dönenler de olmuştur. Onları tenzih ederiz. Bu güne değin edindiğimiz bilgilere göre bu öğrencilerin bir kısmı, Avrupa’nın bilimlerini ve teknolojilerini ele geçirecek yerde, onların { BOHEM } hayat tarzlarını benimsemişler diye bilinmektedir.

Bu öğrencilerin diplomalarına yukarıdaki şerhin konulduğunu, bu diplomaların Avrupa ülkelerinde geçmediğini öğrenmiş bulunuyoruz. Anlatıldığına göre bu öğrenciler, bu ülkelerin üniversitelerinde bilimsel bilgiyi elde edecek yerde, bir takım zararlı bilgiler edinerek ve gerçekte okumayarak, yurda dönmüşler. İşte Türk Milleti’nin yüz yıllardır hasretini çektiği bilgiyi yakalama ve çağın teknolojilerine hâkim olma savaşı, böyle kaybedilmiştir. Avrupa’ya gönderilen öğrencilerin o ülkelerin o güne göre üstün teknolojileri, gelişmiş endüstrileri ve yükselmiş hayat standartları karşısında apışıp kaldıkları, Anadolu’ya geri döndüklerinde orada gördükleri ve yaşadıkları üstünlükleri, buralara bir çeşit korku ve baskı unsuru olarak taşıdıkları ne yazık ki bir hakikattir.

Japonlar 1868 yılında, yani Osmanlı’lardan 29 yıl sonra avrupa’ya öğrenci göndermişler, halkımızın arasındaki söylentilere göre bu durum şöyle cereyan etmiştir. Japonlar Avrupa’ya gönderdikleri öğrencilerin, Osmanlı öğrencilerine karşı uygulanan metotlarla karşılaştıklarını görerek şöyle bir tedbir almışlardır. Bu öğrenciler diploma Le Oriant { şark } diploması alınca, yani tın-tın geri dönünce oturmuşlar ve bir çözüm bulmuşlar. Bundan sonra Avrupa’ya gidecek öğrencilere ibret olması için Avrupa’da okumuş ve hiçbir şey öğrenmeden geri dönmüş bu öğrencilerin şerefine bir tören düzenlemişler. Bu törende, bu öğrencileri bir masanın çevresinde toplamışlar, onlara;

-Siz Japonya’nın kalkınmasını, gelişmesini, yükselmesini istiyor musunuz?” demişler. Onlar:

“Evet” diye cevap verince” Japonlar:

“Kendinizi Japonya için feda eder misiniz?” demişler.

Öğrenciler de:

-“Ederiz.” Deyince, kendilerine birer hançer vermişler. Bu hançerleri kalplerinize saplayın ve üstüne düşerek harakiri yapın demişler. Onlar da denileni yapmışlar. Şark diploması sahibi bu gençleri törenle öldürmüşler. Böylece Avrupa’ya okumaya gidecek Japon gençlere:

—Gittiğiniz o ülkelerde okuduğunuz okulların en kötü ihtimalle üçüncüsü olabilirsiniz. Ondan daha düşük derecede mezun olursanız, Japonya’ya geldiğinizde törenle öldürüleceksiniz” demişler.

Anlatıldığına göre, bu olaydan sonra  Avrupa’ya giden Japon gençler, okullarını üçüncülükle bitirenler Japonya’ya dönerler, orada görev alırlarmış. Bu dereceyi tutturamayanlar harakiri yaparak hayatlarına son verirlermiş. Japonlar 1890’lı yıllara gelindiğinde BİLGİ ÇAĞI’NA girecek bilgiyi ele geçirmeyi başarmışlar.

Bizler Japonların uyguladıkları iddia edilen böyle bir tabloyu istemeyiz. Ama emek verdiğimiz, evlatlarımızın yaban ellerde heder olmamaları, Ülkemize ve Yüce Ulus’umuza yaralı bilgilerle donanmış olarak geri dönmeleri en halis dileklerimizdendir. Bunun yolu da gerekli denetimlerin yapılması, gerçekten okuyabileceklere izin vermeliyiz. Türk öğrencilerin kıytırık ecnebi üniversitelerde okumalarına izin vermemeliyiz. Ecnebi üniversitelerde birinci sınıf Teknoojik üniversitelerde okuyan Türk öğrencilerinin bütün masrafları Devlet tarafından karşılanmalıdır. Bu öğrenciler, birden beşinciliğe kadar derecelere girdikleri takdirde, onları bağrımıza basmalıyız. Ecnebi üniversitelerde onunculuktan daha gerilerde dereceye giren Türk öğrencilerine yapılan  bütün masrafların  geri alınacağı bir uygulamaya gidilmelidir. Bu uygulamaların tamamı yasalarla düzenlenmelidir.

………………………………………………………………………………………………………………………............................................

*} Yüzleşme Doktrini Rüstem KOCADURMUŞOĞLU-Bilge Ata. Zirve Basımevi 2002 Adana s=13-18 e dek

………………………………………………………………………………………………………………………............................................


 
  2025 © Bilge Ata. Tüm Hakları Saklıdır.   Son Güncelleme Tarihi: 05.07.2017Tasarım & Kodlama: -