HAYMA-ANA, HAYME ANA-HAYMANA
Avrupalı devlet adamlarının ve yazarlarının birçoğu Türkleri, çadırlarda yaşamış, at sırtında doğmuş, at sırtında ölmüş olarak göstermeyi çok seviyorlar. Bunu da Türklerin kendilerine üstünlüğünü örtmek için yaptıkları besbelli duruyor. Onların bu çabaları, gerçeklerin tersinden okunmasıdır. Gerçekte Türkler, at binmeyi, atı evcilleştirmeyi ve dünya’nın en soylu atlarını yetiştirmeyi başarmış bir Ulustur. Bu gün Arap atları, İngiliz atları olarak bilinen atların kökeninin Orta Asya olduğu belgelenmiştir. Türkler atı ilk kez evcilleştiren Ulus olmakla kalmamışlar, medeniyetlerin de kurucuları olmuşlardır.
Arap Yarımadası olarak bilinen bölgenin adı henüz yokken, Arap-İbrani Ulusları henüz uluslaşmamışken, bütün bu yöreler, Kuş’lularla doluydu. Bu gün bile Eritre, Yemen, Hadramut, Abudabi, Bahrey, Buruni gibi Ülkelerin hepsi Kuşların Ülkesiydi. Bunlara Kuşîler/Kuşlular denir. Yemen adı ile anılan Ülke Kuş Ülkesidir. Yemen Türkülerinde anılan:
“Burası KUŞ’ tur, yolu yokuştur,
Giden gelmiyor acep ne iştir?”
Şeklinde söylenen Kuş Ağıtı/Yemen Ağıtı, bunun en anlamlı, en çarpıcı örneklerindendir. Bu Ağıtta geçen “KUŞ’TUR” yerine yanlışlıkla “MUŞ’TUR” yazılmış ve söylenmiştir. {Not: -MUŞ- ile ilgili bölüm yayına girdiğinde yoklayınız.} Yemen, Buruni sözleri dahi Türkçe olduğu gibi, Kur’an-ı Kerimde Hz. Süleyman {sav}’in Savaşmadan ele geçirdiği Saba Ecesi’nin,/Kıraliçe’sinin adı da Türkçe hatta SÜLEYMAN adı bile öz-be öz Türkçedir.
{BELKIS>BELKIZ>BALKIS>BALKIZ,SÜLEYMAN>SÜLEMEN>SALAMON>
SALLUM adları ile ilgili yayına başladığımızda o bölümleri yoklayınız.}
Türk’lerin Kuş adlı kadim Boy’unun bölgeye getirdiği atlar, bu gün Arap atları olarak adlandırılmaktadır. İngiliz atları olarak bilinen Türk atları BRİNT Türk Boy’u tarafından Batı {Yarp/Yurop/Yuropa}= Avrupa adalarına BRİNTANYA-YA getirilmiştir. Bu cins Orta Asya Türk atları, M.S: 5. y.yılda Anglo’larla birleşip-kaynaşan ve Angleş, Englsih adını alan bu günkü İngilizlerce İngiliz atları olarak adlandırılmışlardır. Bu adlandırmanın, tarihi gerçekleri değiştirmesine izin vermeyeceğiz.
{Not: Yarp/Yurop/Yuropa>Avrupa sözlerinin Türkçe olduğunu inşallah belgeleriyle yakında açıklayacağız. O Bölümü yoklayınız.}
Türkler, ilk kez çadırı kuranlardır. Oysa daha düne kadar Avrupalı uluslar, ağaç kovuklarında yaşıyorlar, helâ nedir bilmiyorlar, pisliklerini, leğenlere yapıp onu da herkesin gelip-geçtiği yollara serpiyorlardı. 2009 yılı ortalarında ziyaret ettiğim Almanya’nın Ulm Kentinin İllertisen Kasabasına gitmiştim. Burada DANAVU adlı ırmak çıkmaktadır. Bu Irmak İllertisen ile Birleşerek TUNA Irmağını oluşturur. Bu Danvu’da Helâ Evler gördüm.
{Hela evlerle/ayakyolu evlerle ilgili bölümler, resimleriyle birlikte Sitemizde yayınlanmaya başladığında o bölümü yoklayınız.}
Avrupa’da kaldığım süre içinde en çok tedirgin olduğum, en çok sıkıntı çektiğim konuların başında helalar gelmekteydi. Türkiye’de kullanmakta olduğumuz, adına da asri hela-alafıranga dediğimiz helalardan orda da vardı. Yalnız Almanya’daki helalarda taharet musluğu yoktu. Onlar, kâğıtla siliniyorlardı. Bizdeki bazı asortikler: “Efendim’ Onlar su kullanmıyor kâğıtla siliniyorlar, ama her gün yıkanıyorlarmış” çeşnisinden bu kirliliğe fetvalar vermeleri şaşırtıcıdır. Bu kirliliğin neresini övmekteler? Pisliklerin temizlenmemesinin mazereti olur mu? Onlara sorduğumuzda:” Efendim! Elimizi pisliğe nasıl vuralım” gibilerinden kaçamak yanıtlar vermekteler. Oysa asri helâlara taharet musluğu koysalar bu tür mazeretlere gerek kalmayacak, işte o zaman hiç olmazsa, epeyce bir temizlik sağlanmış olacaktı.
AĞMA, AVMA, AYMA
Dünyada ilk insanın ilk yaptığı el emeği barınaK: ağma>, avma,> ayma olarak adlandırıldı. Bu ağmalar, avmalar, aymalar; direkler bir birine çatılarak, bunların üstüne de çalı-çırpı atılarak yapıldı. Bu direklere tırmanılarak otların, çalıların üzerinde yatılır, oturulurdu. Bu ağmalar, avmalar, aymalar, sahibini güvende tutardı. Kurdun-kuşun, yılanın-çıyanın ulaşamayacağı bu yere çıkmaya: AĞMA, AVMA, AYMA, dendiği gibi, AĞMALAMA, AVMALAMA, AYMALAMA da denilirdi. Ağmak, avmak, aymak sözleri tek sözdür. Anlamı ise: Yükselmek, yücelmek, yukarı çıkmak anlamına Türkçedir.
ALMAN’IN HEİM’İ, HEİMAT’I, ARAP’IN HAYMESİ
Arap’ın HAYME’Sİ, Alman’ın Heimat’ı ve Heim’i; de Türkçedir. AĞMA, AVMA, AYMA sözleri, Hindu-Avrupa dilleri ile Sami dillerde korunmuş kalmıştır. İbranilerde ABİB, Araplarda ABİB yani AVİV ile HAYMA> HAYME, Almanlarda; HEİMAT ve HEİM şekillerinde kullanılan bu sözlerin hepsi, bu Uluslar henüz Uluslaşmadan önce bu Türkçe sözleri bildiklerini gösterir en sağlam belgelerdendir. Türkler ne zaman Arabistan veya Almanya, İngiltere gibi ülkelere varıp kendi dillerini onlara öğrettiler? Türklerin 26 ağustos 1071 yılında Malazgirt’e geldiğini iddia edenler, bu ve bunlar gibi nice sözlerin Almanca’ da, İngilizce’ de, Fransızca’ da, İtalyanca’ da bulunuşlarını başka ne ile açıklayacaklar?
AYMA ANA, HAYMANA> HAYMA ANA
AYMA ANA olarak bilinen AYMA KATUN/HAYMA HATUN, HAYME-ANA; Ertuğrul Gazi’nin Anası, Osman Gazinin Nenesidir. Gündüz Alp Ayma/Hayme Ana’nın kocası, Ertuğrul Gazinin de babasıdır. Gündüz Alp’in Ankara dolaylarındaki bir savaşta şehit olduğu düşünülüyor. Gündüz Alp’in şehit düşmesinin üzerine, Ayma Ana, Kayı Boy’unun/Karakeçililerin başına geçti. Hayma Ana Kayı Boy’unu bu günkü HAYMANA {AYMA- ANA} İlçesinin bulunduğu güzel yöreye yerleştirdi. Burada kurulan Kent’in adı: AYMA ANA; AYMANA, sonraları HAYMANA şekline dönüşmüş olduğu tarihi vesikalara uygundur. Bu günkü Haymana Kent’inin kadim sahipleri, yerleşimcileri Kayı Boyundan karakeçililerdir. Sonra da Doğu ve Güneydoğu’dan/Turkomanya’dan yerleşenler dahi Kayı Boy’undan Karakeçililerden seçilmişlerdi. Bunların Kurmançi>Kurmançu/Kürtçe konuşmaları bu gerçeği değiştiremez. Çünkü Karakeçililerin büyük oranlar tutan bölümleri Güneydoğu, Doğu Anadolu’ya/Turkomanya’ya yerleştiler. Bunlar zaman içinde Türkçeyi unutarak tamamen Kurmançi/Kurmançu ağzı ile konuşur oldular. Türkçeyi unutmuş olmakla birlikte ataları Osman Gazi’yi unutmadılar. Her yıl Sğüt’e giderek Osman Gazi’nin Ölüm yıldönümünü kutladılar. Şimdi Siverek Karakeçilileri, Kayı Boyun’dan geldiklerini, Karakeçili olduklarının bilincine varmışlardır. Darısı öbür Karakeçililerin başına olsun.
Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu Osman Gazinin Nenesi AYMA>AĞMA>HAYMA ANA’NIN Sin’i/mezarı Kütahya İl’imizin tarihi İlçesi Domaniç’tedir. Osmanlı İmparatorluğunu kuran Kayı Boy’unu, kadın başına yöneten Hayma Ana, bu etkin yönetim erk’i ile tarihin eşini benzerini görmediği bir Adalet, insaf, dürüstlük, insanlık timsali olan ve 700 yıla yakın Egemen olan Osmanlı İmparatorluğunun temellerindeki en önemli harçlardan birisidir. Hayme Ana’nın Torunu Osman Gazi, M.S: 1299 yılında Osmanlı Devletini kurmuş oldu. Nur içinde yatsınlar.
A V M A
Kur’an-ı Kerim’de “a v m a” sözü şöyle geçiyor:
“Gemi içindekilerle birlikte, dağlar gibi dalgalar arasında akıp gidiyordu. Nuh ayrı bir yerdeki oğluna bağırdı: "Yavrucuğum, gel, bizimle birlikte bin! Kâfirlerle birlikte olma!" {Hud 11/42}
“ O, dedi ki; "Ben, beni sudan koruyacak bir dağa ‘ -AVA- CAĞIM’ çıkacağım". Nuh da "Bu gün Allah'ın Merhamet ettiğinden başkasını, Allah'ın bu buyruğundan koruyacak kimse yoktur." dedi. Derken dalga aralarına giriverdi. O da boğulanlardan oldu.” {Hud 11/43}
Hud Suresi’nin 43. âyetinde geçen “ SE –A V İ- ila cebelin” bölümündeki “ A V İ ” sözüne dikkatle bakarsak, bu ayetteki “ A V İ ” sözündeki –V- harfinin Ğ-Y harflerine dönüşmesi kural dâhilindedir. Ğ - V – Y, harfleri birbirlerine dönüşürler. Bunların örnekleri aşağıdadır:
ÖRNEKLER
1} göğnük-gövnük
2} göğnük-göynük
3} gövnük-göynük
4} göğünmek-gövünmek
5} gövünmek-göyünmek
6} göynük-gövnük
7} çöğen-çöven
8} sığazlamak-sıvazlamak
9} koğmak-kovmak
9} çöğmek; çövmek
10}çöğdürmek-çöydürmek
11} çöğündürmek-çövündürmek
10} çöğürtmeşlendirmek-çövürtmeçlendirmek
11} kağurmak-kavurmak
12} soğurmak-sovurmak
13} eğirmek-evirmek {evril ocağınga-çevril bucağınga.} atasözü.
14} doğmak-dovmak;
15} göğ-göv
16} göğermek-gövermek
17} döğmek: dövmek;
18} koğmak- kovmak;
19} sığamak: sıvamak;
20} sığazlamak; sıvazlamak;
25} söğmek-sövmek;
22} boğmak-bovmak
23} döğer- döver- {Dögerler; çok büyük bir Türk Boy’udur.}
Yukarıda örneklerini sunduğumuz gibi Ğ-V-Y harfleri birbirine dönüşür. Hud Sûresinin 43. âyetinde geçen Hz. Nuh {sav} Atamızın oğlu, inkârcılardan olduğu için Gemiye binmek istemiyor. Babası da onu Gemiye binmeye çağırıyor. O ise,-şöyle-sesleniyor:
“ SE—ÂVİ—İlâ cebelin. “ bu âyete anlam verme konusunda tefsir yazarlarının çoğunluğu: “dağa sığınırım, dağa sığınacağım” şeklinde yorumlamayı uygun görmüşlerdir. Ancak Elmalı’lı-Hamdi-Yazır: “O, dedi ki; "Beni sudan koruyacak bir dağa çıkacağım.” Hud: 11/43. “Bir dağa çıkacağım” şeklinde anlamlandırmıştır ki bu anlam, ayetin anlamına uygundur. Çıkma sözü, dağ ile eşleştirilince; yukarıya doğru çıkmak anlamına gelmesi bakımından ayetlin anlamına uygunluk görülüyor. Aslında çıkma sözü, evden dışarı çıkma, çadırdan dışarı çıkma, bulunduğu bir yerden başka bir yere çıkma vs. gibi anlamlara da gelir. Bu ayetlin anlamını verirken –A V İ- sözünün etimologysini>etimolojisini>köken bilgisini iyi irdelemek gerekiyor. Yukarıda örneklerini sunduğumuz gibi -Ğ-V-Y harfleri bir birlerine dönüşüyor. AV sözü, AĞ ve AY şekline girebilir. AV-MAK>; AĞ-MAK>; AY-MAK- sözlerinin hepsi; yükselme, yücelmek, üst tarafa, üst kata, üstekine yükselmek, yüceye varmak, yukarı çıkmak anlamlarına gelir Türkçe bir sözdür. İsrail devletinin ilk kurulduğu 1948 yılında o günkü Başkent’inin adı: “ T E L - A B İ B “ idi. Bu söz Türkler tarafından: “TEL–AVİV” olarak okundu. Araplar da aynen İsalliler gibi, bu sözü: “TEL–ABİB” olarak okudular. Tel sözünün anlamı ve hangi yerlere verildiği hakkında : {”TİLLO” Bölümünde ayrıntılı örnekler verildi. “TİLLO” Bölümünü yoklayınız.} Tel sözünün Arapça olduğu sanılmış ise de TİLLO Bölümünde belgesini sunduğumuz gibi bu söz Sümer Türkçesidir. “A B İ B” sözü, B harfinin –V- harfine dönüşmesi ile “A V İ V” olur. Bu, kural dâhilindedir. Zaten Türkler de bu kurala uyarak –B- harfini –V- harfine çevirerek okumaktadırlar. O zaman söz: “TEL AVİV” olur. “AV” sözü AĞ, ve AY sözünün bizzat İbranilerce ve Araplarca dahi kullanılan şeklini göstermektedir. ABİB sözünün İsraillilerin ve Arapların dillerinde Uslulaşmadan önce var olduğunun en büyük kanıtlarından birisi de bu ABİB>AVİV sözüdür.
“AV, AĞ, AY” sözleri, açıklamaya çalıştığımız Kur’an ayetindeki “SE- AVİ” bölümündeki, “AVİ” ile aynı anlama gelir bir sözdür. Yani yüksek, yüce, yukarı, ulu bir Tepe, Ulu bir Höyük, Öyük>, Üğük>, üyük>, Yığık>, yığıntı anlamına Türkçedir. Ayette geçen –SE- sözü, Arapçada ön takıdır. –cağım-ceğim- cak, cek-anlamı verdirir. –A V İ- ise yerden yukarı yükselmek; AĞ-MAK, AY-MAk anlamınadır.-O-takdirde-anlam;-şöyle-olur: “Ben dağa AĞACAĞIM, Ben dağa: AYACAĞIM, Ben dağa AVACAĞIM, dağa yükseleceğim, yükseğe çıkacağım anlamınadır.
Şu açıklamalardan anlaşılması gerekenlerin birisi de HAYMA-ANA ‘nın adının Türkçe olduğudur. AYMA ANA Yüce, yüksek-Ulu: ANA-demektir.
“Kâle SE-ÂVÎ- ilâ cebelin ya’sımunî minel mâ’/mâi, Kâle la âsımel yevme min Emrillahi illâ Rahim/Rahime, ve hâle beynehûmal mevcu fe kâne minel muğrakîn.”-Hûd:11/43 “Nuh’un oğlu ona şöyle dedi: “Ben, beni sudan koruyacak bir dağa AĞA-CAĞIM>AVA-CAĞIM>AYA-CAĞIM.” Nuh oğluna: “Bugün Allah'ın Buyruğundan koruyan bir koruyucu yoktur. Allah'ın Rahmet ettiği kimseler bunun dışındadır.” dedi. İşte o an, ikisinin arasına dalga girdi, o böylece boğulanlardan-oldu.”-Hûd:11/43
Bu gün bile pek çok Türk, bu sözün gerçek anlamını bilmemektedir. Bunun örnekleri çoksa da, yorumunu yapmakta olduğumuz ayette geçen bu “AVΔ sözünün anlamını pek çok tefsircinin ve mealcinin de bilmemekte oldukları apaçık görülmüştür. Onlar: “AVΔ sözünü: “Dağa sığınma” şeklinde almışlardır ki bu, onların Türk dili üzerinde ne kadar az durduklarını gösterir önemli bir ayrıntıdır. Hz. Nuh {sav} Atamızın oğlunun Türkçe olarak: “ AVÎ “ sözünü tam yerinde ve kuralında kullanmış olması: ”SE- ÂVÎ, İL CEBELİN YA’SIMUNİ” şeklindeki cümlesi, Türk dili açısından harika bir cümledir. “BEN DAĞA AVARIM-AĞARIM, AYARIM; o beni korur” şeklindeki bu cümle, Türk dilinin ne kadar gerilere götürülmesi gerektiği hakkında.-çok-muhteşem-bir-tanıktır.
İşte bu Tanık, artık tanıklık yapmak için ortaya çıkmış bulunuyor. Bu tanığın tanıklığı çok önemlidir. Hz. Nuh {sav} Atamızın oğlu Türkçe konuşuyor. Onun konuştuğu Türkçe söz, Tevrat’ta da yer alıyor. Buna dayalı olarak İsrail devletinin ilk Başkentinin adı Türkçe olarak konuyor. Bu Tanık Arap dilinde de yerini almış görünüyor. Kur-an’ı Kerimdeki bu ayetin tek bir belge olduğunu sananlar yanıldıklarını tez anlayacaklardır. Hz. Nuh {sav} atamızın Gemi’yi ilk hareketi ve durdurması ile ilgili ayetler incelendiğinde o ayetlerde en az üç adet Türkçe söz daha belgeliyoruz. {Konuyla ilgilenenler NOAH Bölümünü yoklayabilirler.} Bunlara bakarak Türkçenin kıdemini ve etki alanını ölçmemizin zamanı çoktan gelmiştir. Türk dilinin, muhteşem yayılışının sınırlarını çizmek oldukça zordur. Türkçenin sınırları Bering Boğazından Britanya adalarına, Yemenden Arap yarımadasına, İberya’dan Sibirya’ya>Süberya’ya, Alaska’dan, Meksika’ya, Sveden’den>İsveç’ten, Roma’ya, Moskova’dan Germanya’ya, Ayova’dan Ausburg’a, Kanada’dan Hazarya’ya, Kafkasya’dan Hakasya’ya, Horasan’dan Misisippiye, Brezilya’dan Frenkistan’a, Peru’dan Mısır’a, Piramitlerden Ziggurat’lara, Avustralya’dan Japonya’ya varıncaya kadar dünya’nın yedi iklim dört bucağına yayılmış olduğu gibi, Tevrat’tan, İncil’e, İncil’den Kur’an-a, Kur’an-dan hadislere varıncaya dek Kutsal Kitaplara dahi yayılmış olduğunu pek çok belgelerle tespit edebiliyoruz. Türkçenin bu kapsamlı yayılışının izlerini sürmek, Üniversitelerimizin sorumluluğundadır. “TÜRKÇENİN YAYILDIĞI ALANLARIN HARİTALARI” adı altında kapsamlı bir çalışma yapılmalı, bu haritada etkin konuşma alanları belirlenmeli, yayılma alanlarının içerikleri bir-bir gösterilmelidir. Öncelikle Türkçenin yayıldığı alan çalışmasında, o ülkelerde şimdi konuşulan dillerin içinde kaç adet Türkçe söz var, bu sözler girmiş mi, kalmış mı bunların tasnifi yapılmalıdır. Türkçenin etki alanına, şu anda yaşayan diller değil daha önce yaşamış diller de alınmalı, devir-devir ortaya çıkartılmalıdır. Bunun için üniversitelerimizin edebiyat ve filoloji bölümleri yeni bir düzene sokulmalı, kapsamlı çalışmalar yapacak yasal ve hukuki düzenlemeler yapılmalıdır. Bunlar için yeni akademisyenler yetiştirilmeli, ölü diller bölümleri kurulmalıdır. Dünyada konuşulan bütün diller bu fakültelerde temsil edilerek araştırmalar küresel boyutta yürütülecek bir düzeneğe kavuşturulmalıdır. işte o zaman Türk dilinin insanlığın başlangıcından beri var olduğu gerçeği ile yüzleşebiliriz. |