DARBOĞAZ/TARBAZ
“TARBAS>TARBASU>TARBAZ>DARBAZ” {DARBOĞAZ}
Değerli kardeşim Sayın Hüseyin Dündar Bey ile tanışıklığımız, 1954 yılına dayanır. Aynı okulda birlikte okuduk. Kendisi doğup-büyüdüğü Ana-Ata Yurdu Tarbaz Kasaba’sı ile ilgili araştırma yapıyordu. Ben de kendisine katkı ve destek olmak üzere Tarbaz/Darbaz sözü hakkında aşağıdaki araştırmalarımı hazırlamıştım. Bu yörenin Türklerce kaç bin yıl önce Yurt edinilmiş olduğu konusunda aşağıdaki Köken Bilgisini sunmaya söz vermiştim. Sayın Dündar’ın çalışmaları dizgi aşamasında olduğu için bizim çalışmamız yetişmedi. Tarbaz/Darboğaz konusundaki açıklamalarım aşağıdadır. Eşimin Dedesi Tarbazlıoğlu Ali, Tarbaz’dan Kılan’a göçmüş bir Tarbaz’lıdır. Hüseyin Akpınar Tarbazlıoğlu Ali’nin oğlu, benim de kayınpederimdir. Nur içinde yatsınlar. 28 Mart 2009 yerel Seçimlerinde ikinci kez Kılan/Aktoprak Beldesi Belediye Başkanı olan Ali Akpınar Tarbazlıoğlu Ali’nin torunu, Eşim Melahat KOCADURMUŞOĞLU’NUN da kardeşi olur.
İleriki zaman aralığında eski adları değiştirilmiş yeni adlar verilmiş kent, kasaba ve köylerin adlarının anlamlarını bir-bir açıklayacağım. Bu bölümde Tarbaz, Darbaz kasabasının adının kökenini açıklıyorum. TİLLO bölümünü yoklarsanız orada da birçok yerleşim yerinin köken bilgisi sunuldu.
Bu günkü Tarbaz Kasabasının adı öteki benzerleri gibi değiştirilerek Tarbaz’dan, Darboğaz şekline çevrilmiştir. Bu dönüştürme uzun süredir yürütülmektedir. Oysa elli yaşın üzerindeki Kasabalılar, Darboğaz yerine Tarbaz-Darbaz şeklinde kullanıyorlardı. Nitekim yerleşim yerlerinin adlarını değiştirme çalışmalarından Ulukışla İlçemizin birçok köy ve kasabası da aynı nasibi almıştır. Kılan,>Aktoprak; Burna,>Yeniyıldız yapılmıştır. Örnekleri çoğaltmak istemiyorum. Tarbaz da Kasabanın coğrafi konumunun uygunluğu sebebiyle Darboğaz yapılmıştır. Gerçekten incelemeye başladığımızda görüleceği üzere, Kasabanın dar bir boğaz içinde kurulmuş olması, sunacağımız, tarihi belgelere de uygun düşecektir.
TARBAZ SÖZÜNÜN KÖKEN BİLGİSİ
Tarbaz-Darbaz sözü Türkçede; tarla, bağ ve bahçeler, sulu-sıvık halde bellenir veya sürülürse buna: Tarla, tarbazladı-darbazladı denir ki, toprak kendisini sıkar. Bu durumda verim düşer. Bitkiler kök salıp gelişemez. Tarım ile uğraşanlar tarlalarını, bağ-bahçelerini yaş-yaş sürmezler. Sürerlerse tarla tarbazlar. Tarbaz-darbaz sözünün bu anlamı, bütün Türkler arasında genel bir kabul halindedir.
“ Tarbaz Uzun, kokulu bir çeşit elma. {Niğde}“1 …………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….
1} Derleme Sözlüğü TDK. Yay. Sayı: 211/10. X.S-T. 2. Baskı Ankara ün. Basımevi 1993.-S=3832.
…………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….
Türk dil Kurumunun Niğde Yöresinden derlediği yukarıdaki belgede açıkça görüleceği üzere, Tarbaz sözü, uzun, kokulu bir elma çeşidi anlamına gelmektedir. Bu belgeye göre, bu elma türü sadece Tarbaz Yöresinde yetişmektedir. Türkler kadim/çok eski devirlerde bu yörelere geldiklerinde doğal olarak yetişen bu elma ile karşılaşmışlar, bunun adına da Tarbaz demişlerdir.
Anadolu’ya ilk gelen Türk Soy’undan Kumanlar, bu Ülkeyi Yurt edinmişlerdir. Türklerin Anadolu’yu Yurt edinmeleri, 10. binlerce yıl önceye varır dayanır. Kumanlar ayrıca da Bizans Devletini kuran hanedanların en etkili, en kalabalık olanıdır. Bunlara Komonoslar/ Kumanoşlar dahi denilmekte olduğunu tarihler bildirmektedir. Sümer Ülkesine Sümer Türkleri, Kuman’ların Ülkesi demekte idiler. Buna Kumia denir. Kum sözü emir kipidir. Komut, komutan, komando, kumanda, kumandan gibi terimler hep bu Kum sözünden türemiştir ki, amirler, emredenler, zâdegânlar, aristokratlar demektir. İşte bu Türkler Sümer’den kopup bu yöreleri Yurt edindiklerinde bu Kasaba çevresine yerleşen Türkler buraya TARBASU adını verdiler.
“ TUR, Tarbasu=ahır, ağıl” 2
…………………………………………………………………………………………………………………………………………
2} Sümer Dili ve Grameri Prof. Dr. Mebrure Tosun. Prof. Dr. Kadriye Yalvaç. TTK. Bas. Ankara 1981. S=84.
……………………………………………………………………………………………………………………………
.
Yukarıdaki belge, bu yerleşim yeri hakkında elimizdeki en eski, en güçlü, yörenin özelliklerini en iyi anlatan kadim bir belgedir. Çivi yazılı Sümer tabletlerinde TARBASU sözü, ağıl ve ahır anlamına gelmektedir. Tarbazlılar bu Tarbasu sözünün Sümer Türklerince ağıl, ahır ve tavla anlamına olarak kullanmaları hakkında verdiğimiz bu belgeyi yadırgamasınlar. O kadim devirlerde, insanların yaşaması, hayatlarını sürdürebilmeleri için ağılların ve ahırların önemi ne kadar büyüktü. Bu anlama gelen başkaca ve çok ünlü yöreler de var. Örnekleme: HARRAN dediğimiz yöremiz de tavla ve ahır anlamına gelmektedir. Bunu da Divan-ü Lügat-it-Türk açıklamaktadır. Ayrıca da buraların kadim Türklerin tavlaları, ağılları olduğunu gösteren çok çarpıcı örnekler de vardır. Tarbaz Kasabasının hemen Kuzey yakasında, Hasangazi ile, Ulukışla arasında, Çaykavak Geçidinin hemen Güney Kuytusundaki kasabamızın adı da: BEYAĞIL’DIR. BEYAĞIL Kasabasının sakinleri Kasabalarının adının ağıl adıyla anılmasından nasıl rahatsızlık duymuyorlarsa, Tarbazlılar da rahatsızlık duymamalıdırlar. Ayrıca, Çaykavak Geçidinin Kuzeydoğusunda, Beyğıl’ın Kuzey’inde, Çaykavak’a 40 km uzaklıktaki bir beldenin adı da İmahor’dur.
DÜNYANIN EN SOYLU TÜRK ATLARI
İMRA sözü Emir yani Bey anlamınadır. HOR sözü ise ahır sözünden bozulmuştur. Bu söz EMİR AHIR yani Beyin ahırı anlamınadır. Nitekim İstanbul’da en saygın yerden birisinin adı da İmrahor olduğu gibi, bir İmrahor da Ankara’nın doğusundaki bir beldenin adıdır. Buraları tavla için oldukça uygun yerlerdir. İmrahor’lar ile Beyağıl yerleşkeleri, kadim devirlerde de Türklerin tavlalarıydı. Son bin yıldan bu yana ise buraları, önce Müslüman Selçuklu Oğuz Türk’lerinin tavlaları olarak kullanıldılar. Sonraları da Osmanlı Türkleri kullandılar. Beyağıl da aynı dönemlerde tavla olarak kullanıldı. Türk’lerin soylu atları buralarda yetiştirilirdi. Dünya’nın en soylu atları olan Arap atları ile İngiliz atlarının kökeni Orta Asya olduğu artık tartışma götürmez belgelerle kanıtlanmıştır.
Tarbaz’ın kadim tarihi Sümer’e, oradan da Kuman’lara kadar varırı dayanır. Bu tarihin yaklaşık olarak beş bin ila 10 bin yıldan az olmadığı ise bütün bu verilerden anlaşılmaktadır.
Kendimizi içinde bulunduğumuz yüz yıldan biraz gerilere götürdüğümüzde tavlaların, atların insanlığın hayatındaki önemini hemen kavrarız. O eski devirlerde kumandalı teknolojiler mi vardı? O kadim devirlerde otomobiller, uçaklar mı vardı? “At Türk’ün kanadı.” atasözü bunun için söylenmişti?
Dünya’nın en soylu Türk atlarının yetiştirildiği yerlerin başında Harran tavlaları gelir. {Not: Aran,>Arran,>Aram,>Haran,>Harran bölümlerini yayınlamaya başladığımızda o bölümü yoklayınız.} Batıya doğru gidildiğinde Tarbaz, Beyağıl, İmrahor, Ankara’da ve İstanbul İmrahor adlı tavlalar gelir. Orta Asya Türk atlarının üretildiği en batı Ülke ise şimdiki İngiltere’dir. {İngiliz sözünün köken bilgisini anlamak için Britan/Beritan Bölümlerini yoklayınız.} Şimdi dünya’ya en kadim, en kök Ulus imiş gibi pompalanan İngiliz’in kökeni, BRİNT’LERDİR, ki bunların Anglo’larla kaynaşıp Angleş, Eglısh, İngiliz, haline gelmelerinin tarihi, daha dün denecek kadar yenidir. Konuyu bizzat gözleriniz ile görmeniz için kaynağını veriyorum. Redhouse Sözlüğü’nün ANGLESH, ENGLESH maddesine bakmanız yeterlidir. Bunu ben nereden bulabilirim derseniz o da kolaydır. Her evde İngilizce dersi gören birkaç çocuk bulunmaktadır. Onların sözlüklerine bakınız. Biraz da zahmet çekseniz sevaba girseniz nasıl olur? Okumak Ulu Tanrının İlk Buyruğu diyenler sizler değil misiniz? Oturup bir iki yaprak açsanız kıyamet mi kopar?
“YANKE” sözü, Kızılderili Türklerden bize armağan olarak kalmıştır. Yeni Kıta olarak adlandırılan, aslında Kızılderili Türklerin 30 bin yıllık öz vatanı olan bu Kıtanın sahipleri olan Kızılderili Türkler, İngilizlere: “Anglesh” demediler, “YANKE” dediler.” 3
.........................................................................................................................................................
3} Kamus-u A’lam Şemseddin Sami. C=1. S=436. İstanbul 1884. Arap harfleriyle
………………………………………………………………………………………………………………..
İngiliz’in İngiliz, Anglesh, English şekline geldiği tarih, öyle kadim bir tarihi değildir. İngiliz’in kökeni, BRİNT’ Türkleridir. BRİNT ise BİRNCİ, ÖNCÜ, BAŞTAKİ, İLERİ GELEN, ZADEGÂN, ARİSTOKRAT anlamına Türkçedir. Batı Avrupa’da BRiNT’LERİN Yurdu olan BRİTANİA adalarında kurulun Türk tavlaları, o günkü BRİNT’LERİN, şimdiki İngiliz’lerin kadim atalarının kurdukları tavlalardır. Bu tavlalarda soylu Türk atları yetiştirilirdi.
Sümer Türklerinin çivi yazılı tabletindeki “TARBASU” sözündeki –S- harfi, kimseyi şaşırtmasın. –S- harfinin –Z- harfine, -Z- harfinin de –S- harfine dönüşmesi Türkçede kural dâhilindedir. Sümer çivi yazısına göre günümüzden altı, ila on bin yıl önce yaşamış Sümer Türklerinin ağıl ve ahırlar yaparak hayvanlarını yazın sıcaktan-kışın soğuktan korumakta olduklarını anlıyoruz. Yağmurdan-kardan, fırtınadan, yırtıcı hayvanlardan veya yaramaz kimselerden korumak için hayvanlarını ağıllara, ahırlara koymakta idiler. İşte Sümer Türk Medeniyetinin bu en eski izlerini Anadolu’nun bu kadim yerleşim yeri olan Niğde İl’imizin şirin ve fakat Devlet yöneticilerimizce bir kenara itilmiş İlçesi olan Ulukışla’nın TARBAZ Kasabasında buluyoruz.
SÜMER ÇİVİ YAZILI TABLETİNE GÖRE: TARBAZ YÖRESİNİ; BİNLERCE YILLIK TÜRK YERLEŞKESİ OLARAK, BELGELİYORUZ.
İyi ki TARBAZ’LI atalar-analar, bu TARBAZ adını, TARBAZ olarak bu günkü kuşaklara aktarmışlar. İyi ki TARBAZ adı, bugüne dek yaşatılmış. Böylece Anadolu’da Türk varlığının bir YÖRESİ daha belgelerle kayda girmiş oluyor. Türkleri, M.S: 1071 yılında Anadolu’ya gelerek işgal etmiş sayan işbirlikçi emperyal zihniyete, kadim TARBAZ Atalarıyla ve bu gün dahi TARBAZ adını yaşatmak isteyen TARBAZLILAR sayesinde yeni bir şamar indirilmiş oldu. Bu şamar haddini bilmezlere, ilimden-irfandan nasip almamışlara, bilimsel bilginin, attığı güçlü bir bilim şamarıdır.
Türk’lerin o kadim devirlerde en önemli varlıkları hayvanlarıydı. Etini yerler, sütünü içerler, derisini giyerler, yününü eğirir-dokur ve örerlerdi. Bu gün evcil dediğimiz hayvanları ilk kez evcilleştiren Türklerdir. İncelemekte olduğumuz Tarbaz Kasabasının konumu, hayvan beslemeye uygundur. Kuzey yellerine kapalı olan bu yöre, kışın şiddetli soğuklarından hayvanları korumaya oldukça uygun bir yer idi. Yöreyi Yurt tutan kadim Türkler, buralarda ağıllar ve ahırlar yaparak mallarını koruma altına aldılar. Yaz ayları geldiği zaman yaylaya daha serin, daha yüksek yerler olan Karagöl çevrelerine çıkarlardı. Buraları oldukça geniş otlaklarla kaplıydı. 2009 yılı Ağustos Ay’ı içinde Almanya’nın Ulm Kentinden değerli dostum Mustafa Karataş ve ailesi bize konuk olmuşlardı. Kendileri ile birlikte Karagöle çıkmıştık. Burasının yüksekliği üç bin metreden artık olmalıdır. Tarbaz’lı aileler, tıpkı eski devirlerde olduğu gibi Karagöl çevresine çadır kurmuşlardı. Bu göçerlerin malcılık yaptıklarına tanık olmuştuk. Ayrıca da hâlâ Yürük-Türkmenlerden bir bölüğünün kışın Tarsus İlçemizde, Yazın ise Karagöl dolaylarında malcılık ve göçerlik yaptıkları, bu ata mirasını koruduklarına tanık olduk. Devletin bu Yörük-Türkmenlere hayatlarını kolaylaştırıcı yasal düzenlemeler yapması, Yörük hayatının sürdürülmesini güvenceye alması, kolaylıklar sağlaması, göçer hayatının sürmesi için yararlı olur. Hatta 2008 yılında yaz aylarında değerli arkadaşım Muharrem Pusat ve arkadaşlarıyla birlikte çıktığımız Karagöl çevresindeki bazı çadırlara uğramış, onlardan tere yağı-peynir almak istemiştik. Bu çadır halkının TARBAZLI olduklarını kendilerinden öğrenmiştik.
Benim Kılan Kasabasına ilk vardığım 1960 yılında eşimin Halası, Rahmetli Fadime Mircan ile eşi, Ali Rıza Mircan Karagöl’ün batısına, Istavul çevrelerine yaylaya çıkarlar, orada malcılık yaparlardı. Ali Rıza Mircan halen yaşamakta, şu anda yaşı 90 ila 100 arasındadır, sağlığı yerindedir.
Şu bilgiyi de hemen arz etmek istiyorum. Beyağıl ile yakınındaki İmrahor köylerinin şimdiki konumuna bakarak, görüş bildirmek zordur. bu gün o yerlerin bozkır olduğu, ağaçtan-ormandan eser kalmadığı görünüp durmaktadır. O kadim devirlerde, buraları ormanlık, ağaçlık yerler idi. Bunun belgesi yörede yer altından çıkan ağaç kökleridir. Bu köklere bizzat tanık oldum. Ulukışla’nın kuzeybatı yöresinde, kar ve yağmur suları yeri yırtmış, açılan oyukta iki kişinin kucaklayamayacağı kalınlıkta ağaç gövdeleri ortaya çıkmıştı. Hatta şimdi bile Kılan/Aktoprak Kasabasının güney bölümünde Toros dağlarına doğru gidildikçe burasının ormanlık alan olduğu görülecektir. Daha düne kadar yöre halkı ormanı keserek yakıyordu. Şimdi kömür icat oldu da orman kurtulur gibi oldu. O zamanın insanları, kesmişler yakmışlar, yerine dikmemişler. Şimdi nasıl oluyor denilirse, şimdi kesip yakmıyorlar, doğrudan-doğruya ormanları yakıyorlar, sonra 2.B diyerek rant kapısı aralıyorlar. Demek ki, o gün zaruretten, ısınma kaygısından dolayı kesiyorlarmış, şimdi zaruret dışı gelir elde etmek, bu paralarla da löküs yaşayarak, Milleti hor ve hakir görmek istekleri ağır basarak orman kundaklıyorlar. Eski insanlar, o günün behrindeki gibi doğal bir karakter taşıyorlarmış. Etçil hayvanlar karınlarını doyurduktan sonra yanlarına bin tane kınalı kuzu getirseniz yönünü dönüp bakmazlar. Karnı acıkınca saldırırlar. O günün insanları da doğaya zarar vermez, zaruri ihtiyacı olduğu zaman yeteri kadar kesip yakarlarmış. Şimdiki zamanın kapitalist, emperyal zihniyeti ile yoğrulan insanımız, çok kazanmak, çok harcamak, löküs hayat içinde yüzmek için, kimseyi gözü görmez olmuş. Zamane insanı, neyin zararlı-neyin yararlı olduğuna bakmaz olmuş. O, sadece kazanmak, yemek, zevk-ü safa içre yaşamak güdüsünün kölesi olmuş, bu güdü ise, güdülerin en aykırısı, en ahlâksızı, en bencilidir.
………………………………………………………………………………………………………………..
Not: Mecelle’de -KADİM- Nasıl tarif edilmiştir?
“ KADİM: Öyle bir geçmiş zamandır, ki bu zamanın geçmişi hakkında hiçbir bilgi olmaya.”
Mecelle
……………………………………………………………………………………………
|