Bilge Ata  
Site içi arama :
 
      Ana Sayfa   |   Din   |   Köken Bilimi   |   Güncel Makaleler   |   Araştırmalar   |   Belgeler   |   Hakkımızda   |   İletişim
 
 
 

 
Anket
Amerikalıların Kızılderililere yaptığı soykırım hakkında ne düşünüyorsunuz?
 Evet Soykırım yapmıştır
 Hayır Yapmamıştır
 Kısmi olarak soykırım yapmıştır

 
 
Ziyaretçi İstatistikleri
Aktif: 7
Bugün: 15
Toplam: 1.138.176
 

Hz. Muhammed Oğuzhan Kürt Buğduz

ÇALINAN TÜRK TARİHİ

 

PEYGAMBERLER HALKASI

       Hz. MUHAMMED, OĞUZ HAN, KÜRT BUĞDUZ

 

KÜRTLER ANADİLLERİNİ NİÇİN UNUTTULAR?

       KÜRTLER UZUN SÜRE UYGARLIK ESERLERİNDEN VE MESKÛN YERLERDEN UZAK KALDILAR. KENDİ KÜLTÜR VE SANATLARINI, UYGARLIK DURUMLARINI, BİLİNEN DİYELEK VE  DİLLERİNİ UNUTTUKLARI İÇİN KENDİLERİNE ÖZGÜ BİR DİL VE BAĞIMSIZ BİR TAKIM DURUMLAR ORTAYA ÇIKARDILAR.” {Şeref Han. Şerefnâme. Bitlis Bey’i. Çev. Mehmet Emin Bozarslan ant yay İstanbul sh:19 Yazım yılı M.S:1597.}

 

       Şerefnâme’de Şeref Han Kürtler hakkında şöyle diyor:

       “Rivayet edenler derler ki: Kürtlerin aslı ve çok olan toplulukları konusunda çeşitli sözler ve birbiriyle çelişen çeşitli rivayetler vardır. Bu rivayetlerden biri, bazılarının öne sürdükleri gibi şudur:”

       “Kürtler, beyinlerinin alınıp, Dahhak {Bivrasb}’ın iki omuzu üzerinde meydana gelen kansere benzer bir çıbana sürülmesi için öldürülmekten, boğazlanmaktan, başları kesilmekten kaçarak dağlara ve engin yerlere dağılan insanların soyundan gelmişlerdir. Dahhak Bişdadiler’in, büyük hükümdarı Cemşid’den sonra İran ve Turan tahtına oturup ülkelere tasallut eden beşinci hükümdarıydı; o kadar Allah’tan korkmaz ve sakınmaz ceberrut ve haddini aşmış bir hükümdardı ki, bu yüzden bazı tarihçiler, şiddet ve ceberutundan ötürü tarihte Şeddat sanıyla ün yapan hükümdarın ta kendisi olduğunu öne sürmüşlerdir.”

       “Bu hükümdarın yaradılışındaki ceberrut ve aşırı şiddete rağmen, Yüce Allah kendisini, iki ejderha ve yılanın başına benzer iki kemiğin çıkmasıyla müptela kıldı; bu, hekimler tarafından “kanser” denilen bir hastalıktı. Bu garip hastalıktan, yakalandığı acı ve ıstırap nöbetlerinden dolayı, Dahhak’ın rahatı iyice kaçtı. Ayrıca, bu hastalığı iyileştirmeye girişen ve tedavisini üzerlerine alan hünerli tabipler ve mütehassıs hekimler de, bu uğurda olanca çabalarını harcamalarına rağmen, çaresizlik içinde kaldılar. Nihayet günün birinde melun şeytan, Dahhak’ı muayene etmek ve ona iyileştirici bir ilaç salık vermek isteyen bir tabip kılığında çıkageldi. Bu tabip Dahhak’la karşılaşır karşılaşmaz:

“Senin iyileşmen, bu kanserli çıbanbaşına genç insanoğullarının beyinlerinin sürülmesine bağlıdır” dedi. Esef edilecek durum, yöneticilerin de bu melunun öğüdüne uygun olarak hareket etmeleri oldu. Rastlantı olarak acı durdu, ıstırap da tamamen hafifledi. Kansere beyin sürüldükçe hasta kendisini artık iyi hissediyordu.”

       “Bunun üzerine iş başındaki yetkililer, günde iki kişinin öldürülmesine ve beyinlerinin alınarak kansere, hiç iyileşmeyen bu garip hastalığa sürülmesine karar verdiler. Bu durum, taşıdığı yüz karası zulme ve açık haksızlığa rağmen bir süre devam etti. Sonunda, günde iki kişiyi öldürüp beyinlerini almakla görevli adamın gönlü iğrendi; alicenap bir duygu ve acıma kendisine galebe çaldı. Sonra, günde bir kişi öldürmekle yetinmeye, onun beynine bir kuzu beynini eklemeye ve öbür kişiyi gizlice serbest bırakıp, kendisine şehir ve meskûn yerleri terk etmesini, insanoğlunun izlerinden hali bulunan dağları ve engin yerleri yurt edinmesini tembih etmeye karar verdi. Bu insancıl davranış, yani her gün bir kişinin serbest bırakılması, meskûn olmayan arazideki bir alanda, birçok diyelek konuşan ve çeşitli topluluklardan gelen insanoğullarından büyük bir topluluğun meydana gelmesine yol açtı. Bunlar evlendiler ve ürediler; sonunda çocukları ve torunları bütün o geniş yöreleri doldurdular ve bütün bu insanlara: “KÜRT” adı verildi.”

 

        KÜRTLER: UZUN SÜRE UYGARLIK ESERLERİNDEN VE MESKÛN YERLERDEN UZAK KALDILAR. KENDİ KÜLTÜR VE SANATLARINI, UYGARLIK DURUMLARINI, BİLİNEN DİYELEK VE DİLLERİNİ UNUTTUKLARI İÇİN KENDİLERİNE ÖZGÜ BİR DİL VE BAĞIMSIZ BİR TAKIM DURUMLAR ORTAYA ÇIKARDILAR.”

 

        “Sonra alçak ovalara ve yüksek dağlara yayıldılar; oralarda tarım, hayvancılık, ticaret gibi uygarlık eserleri meydana getirmeye; dağ başlarında köyler, kaleler ve şehirler kurmaya başladılar, sonra birçok toplulukları varlıklı oldu ve ovalara, tepelik yerlere de girdiler.”

 

       “BİR RİVAYET DAHA VAR”

 

       “KÜRTLERİN bu adla adlandırılmalarının tek nedeni, aşırı cesaretleri ve savaşçılıklarıdır. O kadar ki, kavga alanlarında, savaş meydanlarında ve diğer çetin durumlarda, tehevvür ve pervasızlıkla nitelendirilmişlerdir.” 

 

       BAZI DÜŞÜNÜRLER DE:

”KÜRTLER ALLAH’IN ÜZERLERİNDEN PERDEYİ KALDIRDIĞI BİR CİN TOPLULUĞUDUR.” Demişler.

 

       “BAZI TARİHÇİLER DE:”

“CİNLERİN, Hz. HAVVA’NIN KIZLARIYLA EVLENDİKLERİNİ, ONLARDAN DA KÜRTLERİN DOĞDUĞUNU ÖNE SÜRMÜŞLERDİR.”

 

       “BİLGİ ALLAH’IN İNDİNDEDİR. O HERŞEYE KDİRDİR.”

 

“Kürt topluluklarının çoğu aşırı cesaret ve tehevvürle, alabildiğine mert ve cömert olmakla tanınmışlardır. Ayrıca yaradılıştan, büyük bir hamiyete sahip, son derece onurlu ve aşırı derecede mağrurdurlar.”

 

“BUNDA O KADAR AŞIRI GİDERLER Kİ, DAĞLARDA VE OVALARDA AÇIKÇA YOL KESMEKLE VE GASP YAPMAKLA TANINMAYI, HIRSIZLIK YAPMAYA VE ANİDEN SALDIRIYA GEÇMEYE TERCİH EDERLER.”

 

“Onlar adeta, “sonuçları düşünen adam cesaret sahibi olmaz.” Diyen ünlü söze uymak için candan çalışırlar; işlerin sonuçlarını çoğunlukla, hatta bazen hiç düşünmezler. Bu yüzden dünyanın genel işlerinden ve önemli meselelerinden uzak kalırlar; hatta çoğu zaman bu işlere ve meselelere önem bile vermezler.” {Şeref Han Şerefnâme age S:17,18,19,20}

 

       Yukarıdaki belgeler, kendisi de bir Kürt Beyi olan Şeref Han adlı Bitlis Beyine aittir. Tespitlerini bizler de yaşıyoruz.

1995 yılında yanımda inşaata çalışan Kürt kardaşlarım ki, -bunlar mahalleden komşularım idiler.-Akşam paydosunda arabamla mahalleye dönüyorduk. İleriden bir insan kalabalığı gördük. Kürt komşularım: “-Arabayı durdur. Vallah biz inacayıh. Vallah bizim akrubalar kavga etmişlerdir. Biz kavgaya katılacayıh” dediler. Ben de: “Bu kalabalığın sizin akrabalarla kavga ettiklerini nerden bildiniz? Daha kalabalığa yaklaşmadık.” Dedim. Onlar: araba hızlı iken ısrarla kapıları açarak arabadan atlamaya çalışıyorlardı. Ben ısrarlarına dayanamadım, arabayı durdurdum. Onlar bagajdan bel, kazma, kürek alarak kalabalığa doğru saldırıya geçtiler. Ben de ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. Derken kalabalık yaklaştı, yaklaştı, bir de ne görelim, Güneydoğu’da PKK ile çarpışan MEHMETÇİKLERDEN BİRİSİ ŞEHİD OLMUŞ, BU KABALAIK MEĞER O ŞEHİDİMİZİN CENAZE ALAYI İMİŞ. Biraz sonra benim kavgacı Kürt komşularım elleri böğürlerinde, kavga edememenin ezikliği içinde süklüm-püklüm yanıma geldiler. Ben de, Kürt komşularıma: “Ne oldu? Elleriniz boş döndünüz. Kavgaya niçin karışmadınız?” diye sordum. Kavgacı Kürt komşularım: “Vallah bu kalebelik, şehid cenazesidir. Bizim akrubalar kavga çıkarmamışlardır.” Dediler.

       Şerefhan’ın Kürtlerin davranışlarıyla ilgili olarak 500 yıl önce tespit ettiği gerçekleri biz, 500 yıl sonra da aynen yaşıyoruz. Böyle giderse, 1.500 yıl sonra da yaşanacak gibidir.

       Şeref Han, Kanuni Sultan Süleyman devrinde Bitlis’te Derebeylik yapmış bir KÜRT BEY’İDİR. ŞEREFNÂME adlı eserini 1597 yılında tamamlamıştır. KÜRTLERLE ilgili olarak oldukça farklı, alışılmadık, bugünkü KÜRTÇÜLERİN inkâr etmekte oldukları gerçekleri, beş yüz yıl önce apaçık yazmış bir âlim kişidir. Şerefnâme adlı eserde o günkü Kürt topluluklarının ve onların yöneticilerinin pek çoğunun adlarının kadim devir, -ön devir-, Türkçesi adlar taşımaları ise şaşırtıcıdır. Bu gerçekleri özellikle Türklerin ve Kürtlerin öğrenmeleri için yayınlıyorum.

       Yukarıda okuduğumuz ve aşağıda okuyacağımız original belgeler hakkında bilgileri, kendisi de bir Kürt olan ŞEREFHAN’DAN edinmek, oldukça şaşırtıcıdır. Şeref ŞEREF HAN adını alan bu Bitlisli Şeref, neden HAN unvanını almıştır? Oysa HAN unvanının aslı KAN idi. Arap Sami veya Avrupa dillerinin etkisi ile K ile başlayan Türkçe sözlerdeki K harfi H harfine dönüşür. KAN>HAN olur. KATIN>HATIN olur. Bitlisli Şeref’in HAN unvanı alması, dikkat çekicidir. O dönemlerde o bölgelerde yaşayanların pek çoğunun adlarının ÖN-TÜRKÇE adlar olduğu ise daha da şaşırtıcıdır.

 

       KÜRTLER BAŞKA TOPLULUKLARLA KARIŞTILAR

 

       “Bu insancıl davranış, yani her gün bir kişinin serbest bırakılması, meskûn olmayan arazideki bir alanda, birçok diyelek konuşan ve çeşitli topluluklardan gelen insanoğullarından büyük bir topluluğun meydana gelmesine yol açtı. Bunlar evlendiler ve ürediler; sonunda çocukları ve torunları bütün o geniş yöreleri doldurdular ve bütün bu insanlara: “KÜRT” adı verildi.” {Şeref han Şerefname age}

 

       Şeref Nâmenin açıkladığına göre, Dahhak’ın hastalığı sırasında KÜRT adı geçmemektedir. Celladın kılıcından kurtulan çeşitli topluluklara mensup kimseler, Dahhak’tan kaçınca dağ başlarına, kuytu derelere sığındılar. Buralarda uzun yüz yıllar kimseye görünmeden kaçak hayatı yaşadılar. Nice asırlar sonra bunlar evlilik yoluyla kaynaşarak yeni bir topluluk meydana getirdiler. “Kendi ana dillerini de unuttular. Yeni bir dil öğrendiler. Bu topluluğa KÜRT adı verildi.”

       Bunları M.S. 1597 Bitlis’te Derebeylik yapmış Şeref Han adlı bir Kürt âlimi açıklamaktadır. Dahhak’tan kaçanların uzun yüz yıllar dağ başlarında, kuytu köşelerde gizlenmeleri, kendi Ana Dillerini unutmaları da bu şartlar altında oldukça normal bir süreç olarak görünüyor. Kaçkınların hemen ortaya çıkıp kendilerini açık etmeleri de zaten mümkün değildir. Kaçkınların sayıları da öyle çok değildir. Bunların bir birlerini bulmaları, kaynaşmaları, evlenmeleri, çoluk çocuğa karışmaları, ANA DİLLERİNİ UNUTMALARI İÇİN uzun yılların geçmesi gerekiyor. Şeref Nâmeye göre, bütün bu şartlar oluştuktan sonra bunlara “ KÜRT “ adı verilmiş.

       Kürt dili üzerinde yapılan araştırmalara göre-ki bu araştırmaların en yoğununu Ruslar yaptılar.-Yapılan araştırma raporları, Sen Petersburg Kütüphanesinde olduğu söyleniyor. Bu araştırmalara göre Kürtlerin dilinin % 40’ı Türk-Turani, Ural Altay- dil grubundan, % 30’u Farsça, % 30’u İslam dönemi Arapçasıdır. Kürtlerin konuştukları Türkçe sözlerin % 70’i kadim Türkçedir. Kadim Türkçe demek, 1071 den önce konuşulan Türkçe demektir.

       Kürt toplulukları, ön devir Türkçesiyle konuşurlar. Birkaç örnek verelim. Geniş incelemeler yapılmış, Kürtlerin dilindeki kadim Türkçe, ön devir Türkçesine ait olan sözler, oldukça büyük yekûn tutmaktadır. Kürtlerin türkülerinde de bu sözlere bolca rastlanır. ÖRNEKLER:

 

       KÜRT topluluklarına:-KURMANÇU, KIRMANÇİ,-adı verilir. KUR sözüne eklenen MANÇU sözü, Divan’ü Lügat’it-Türk C:1, s: 419 da şöyle kayıtlıdır:

 

       “MANÇU: İŞ KARŞILIĞI ÜCRET DEMEKMİŞ”

       

“Şu parçada dahi gelmiştir:”

 

       KARDU-NI yincü sakınmang

       Tuzgunu MANÇU sézinmenğ

       Bulmaduk nenğge sewinmenğ

       Bilgeler anı yerer.

      

KARDU-YU inci sanmayın,

       Armağanı ÜCRET sanmayın

Bulunmamış nesneye sevinmeyin,

Bilgeler onu yererler. “

 

{Fındık büyüklüğünde donmuş buz parçalarını inci,

Armağan edilen yemeği iş ücreti sanma;

Bulmadığın şeye sevinme;

Çünkü HUKEMA “BİLGELER” bunu beğenmez.” Divan-ü Lügat’it-Türk Kaşgarlı Mahmut Tdk yay. 1939 Ankara C:1 s:419 

 

       LORKE”

 

LORKE adlı halayın türküsünde: “KIZ KATİNE LORKE” derler ki, “KIZA VE KADINA“ demektir. Huysuz Virjin adlı göstericinin: “KATİNA’NIN ELİNDE İĞNE” diye başlayan türküsündeki “KATİNA” da “KATIN-A, KADINA” demektir.

 

       “HERRO-MERRO”

 

Kürtlerin “HERRO-MERRO” dedikleri söz, “ER” yani erkek demektir. Kadim-ön- devir Türkçesidir. ER, EREM, İREM, ERUM, ERRE, İRE, ARES, Sözleriyle ilgili olarak geniş ve ayrıntılı açıklama için {www.bilgeata.com ARES, PEŞTUN, KÜRTÇE dosyalarına Tıklayınız.}

 

       TİK”,

 

TİK sözü, Kadim-ön- devirde kullanılan Türkçe bir sözdür. T>D yumuşamasıyla DİK şekline girmiştir. Diyarbakır, Çermik, Ergani, Hazro ve dolaylarında hala capcanlı olarak “TİK” sözü kullanılmaktadır.

      

“ARVAD”,

 

       ARVAT>AVRAT sözü, Turkomanya-Güneydoğu’da yaşayan Kürtler arasında ön devirlerdeki eski Türkler gibi hala “ARVAD” şeklinde kullanılmaktadır. {www.bilgeata.com AFRODİT Tıklayınız.”

 

       BEG”,

 

       BEY sözü, Kürtler arsında BEG, BEK şekillerinde kullanılmaktadır. Kürtler BEG sözünü tıpkı ön devirlerdeki Türkler gibi G ve K ile kullanırlar. Kürtler: “BEY’İM” demezler. Onlar: “BEG’İM” derler. Eski kadim Türkler de “BEGİM” derlerdi. Bundan alınarak dişi yöneticiye, dişi kraliçeye: “BEG’ÜM, BİGE, BİKE” denir. {www.bilgeata.com web sitemde Kölemenler Tıklayınız.} Oysa Anadolu Türkleri bu sözü BEY şeklinde kullanırlar.

 

       “TÖŞEK”

 

       Kürtler, TÖŞEK sözünü Türkçe TÖŞEK olarak söylerler. Bundan başka bir söz söylemezler. TÖŞEK sözü, sonraları T>D yumuşamasıyla “DÖŞEK, DÖŞŞEK” olmuştur. Ne Kürtler, ne Afganistan’daki Peştunlar, ne de Tacikler TÖŞEK sözünün karşılığında ikinci bir söz söylemezler. Eğer söylerlerse ya Arapça, ya Farsça olarak söylemek zorunda kalırlar. Ben bu TÖŞEK sözünü Afganistan’ın şimdiki Cumhurbaşkanı Hamit Karzai’nin yeğenine ve hem de geniş bir Kürt topluluğuna sordum. Onlar, “TÖŞEK” sözünün yanına başka bir söz ekleyemediler. Hepsi de “TÖŞEK” sözünü aynı bu kalıp, bu ses bu içerik ile söylemekteydiler. “TÖŞEK” sözü, onların dilinde kadim devirlerden beri var olan Türkçe bir sözdür.

 

       DENGİR

 

       DENGİR, Kürtler TENGRİ, TANRI sözünü DENGİR şeklinde söylerler. Oysa Anadolu Türkleri TENGRİ, daha çok TANRI-TANGRI şeklinde söylerler. Kürtlerin DENGİR  şeklindeki kullanımlarına en yakın kullanım ise Sümer Türklerindeki tabletlerin çözümünde buluyoruz.

 

       “KA.       DINGIR.  RA=TANRI.” {Sümer Dili ve Grameri. Prof. Dr. Mebrure Tosun. Prof. Dr. Kadriye Yalvaç TTK. 1981 Ankara S=92

 

       Kürt oymaklarının TANRI sözünü Sümer Türkleriyle yakın konumda kullanmalarının çok çarpıcı bir örneği var. Bu örnek hakkında çok kapsamlı bir çalışma yapmıştım. Ne var ki, bu örneğin sahibi Şimdi CHP genel Başkanı olan Kemal Kılıçtaroğlu ile televizyonda yapılan düelloda kaybedince, yayınlamaktan vaz geçtim. Yayınlansa, tarihe not düşülmüş olacağına inanıyorum. Bu kişi, AKP’nin bir zamanlar ileri gelen bir yöneticisiydi. Rişvanlı aşiretinin önderi, bu kişinin Dedesi olan Rişvanoğlu İbrahim Beg olduğunu sanıyorum. Rişvanoğlu İbrahim Beg, İngiliz Casusu Noel ile birlikte Sivas’ta Atatürk’e suikast yapmak için planlar yaptığı hakkında yaygın bir görüş var. AKP’nin yöneticisi olan Rişvanlı Oymağından olan kişi: DENGİR MİR FIRAT idi. DENGİR sözü, tıpkı SÜMER Türklerince inanılıp tapılan DİNGİR adının aynısı olarak görünüyor. Zaten Türkler TENGRİ, TANGRI, TANRI sözünü değişik şekillerde söylemişlerdir.

       Rişvanoğlu Oymağından çok değerli kişiler yetişmiştir. Değerli ve kadim dostum, can kardeşim Emekli Tabip Albay Mahmut Rişvanoğlu {ÇAPAR} Rişvanlıların seçkin bir önderidir. Kendisine eşi Hanımefendiye yavrularına ve torunlarına sağlık ve esenlik dileklerimi yolluyorum.

      

       Kızılderili Türkçesi          Türkiye Türkçesi

……………………………………………………………………………………

       98} Tanığ                  98} Tanrı

        99} Taranga               99} Tanrı

        100}Tangra             100}Tanrı.”{www.bilgeata.com Kızılderili Türkçesi. TIKLAYINIZ.}

      

Turkomanya, yani şimdi Kürtlerin oturdukları Güneydoğu Anadolu, Çaldıran Savaşına kadar TURKOMANYA-Türkmen Yurdu, Türkmen Ülkesi olarak anılıyordu. Çaldıran Savaşı, Yavuz Sultan Selim Han ile İran Şahı Şah İsmail arasında Van İlimizin 110 kilometre Kuzeyinde bulunan Çaldıran Ovasında M.S. 1514 yılında yapıldı. Şah İsmail bozguna uğradı. İşte bu dönemden itibaren TURKOMANYA adı yavaş yavaş unutulmaya yüz tuttu.

 

“AGA”;

 

AGA sözü, dünya dillerinin pek çoğunda kadim Türkçeden kalmış bir sözdür. Arapça ve İbranicede kalırken –AKHA- şeklinde korunmuştur. Kürtlerde ise kadim Türklerin söyledikleri şekliyle “AGA” olarak korunmuştur.

 

“HUDA”,

 

HUDA sözü, başta İran olmak üzere, Pakistan, Afganistan, Tacikistan, Endonezya gibi pek çok ulusun dilinde, özellikle Avrupalı ulusların dillerinde korunup kalan ön Türkçe bir sözdür. Bu sözün aslı “KUD AGA” dır. KUTLU AGA, KUTSAL AGA anlamlarına gelirken sonraları TENGRİ, TANRI, RAB, yerine göre ALLAH anlamları verilmiş, HUDA şeklinde korunmuş kalmıştır. Avrupalı dillerde ise God şeklinde muhafaza edilmiştir. Arap ve İbranilerde de KUD-ÜS şeklinde korunmuştur.

Görülüyor ki, Kürtlerin ANA DİL dedikleri bugün konuştukları Kürtçe, üç dilin bileşkesinden oluşmuş, Osmanlıca Türkçesi gibi bir dildir. Bunları biz söylemiyoruz. Kendi de bir Kürt olan Şeref Han söylüyor. Yukarıda birkaç örnekle dokunduğumuz sözler binlerce yıl önce konuşulan ön Türkçe sözlerdir. Eğer Türkler Anadolu’ya 1071 de gelmişler, buraları işgal etmiş olsalardı, o takdirde bu kadim -ön- Türkçe sözler Kürtçede, Arapçada, -Kur’an-ı Kerim’de ve Avrupa dillerinde nasıl bulunacaktı? 

 

       KÜRTÇEDE SIRA SAYILARI YOKTUR

 

       Kürtlerin bugün konuştukları Kürtçede sıra sayıları yoktur. Oysa her ana dilde mutlaka sıra sayıları vardır. Sayı sayamayan dil olmaz.  Kürtler sıra sayılarını Farsça sayarlar. Bugünkü anadil denilen Kürtçe ile sıra sayıları sayılamaz. Çünkü Kürtlerin dilinde sayı saymak yoktur. Kürtler, Şeref Han’ın açıkladığı gibi kaçkın oldukları ve perakende olarak dağlara sığındıkları zaman ANA DİLLERİNİ UNUTTUKLARI İÇİN ANA DİLLERİNDEKİ SAYILARI DA UNUTTULAR.

       Oysa ANADİL denen her bir dilin kendine özgü sıra sayıları vardır. ANADİL demek, Genetik şifreleri değiştirilen uluslara bağışlanan yeni ve bağımsız bir dil ve bu dilin özgün kurallarıyla, yeni GEN ve DNA lar demektir. Uluslaşan bir halk, kendisine özgü sıra sayıları olan bir ana dile sahip kılınır. Bu Anadil sahibi olan her ulusa verilen İlâhi bir yetkedir. Kürtlerin konuştukları bugünkü KURAMANÇU-KIRMANÇİ dilinde bu kuralın bulunmadığı görülüyor. Bu sebepten Kürtlerin konuştukları KURMANÇU, dilinde sıra sayıları olmadığı için, Kürtler, sıra sayılarını aşağıdaki gibi Farsça sayarlar.

 

        1}YEK,

2}DÜ,

3}SE,

4}CEHAR,

5}PENÇ,

6}ŞEŞ,

7}HEFT,

8}HEŞT,

9}NÖH,

10}DEH,

11}YAZDEH,

12}DÜVAZDEH

13}SİYEZDEH,

14}ÇARDEH,

15]PAZDEH,

16}ŞANZDEH,

17}HEFDEH,

18}HEJDEH,

19}NEVEZDEH,

20}BİST

 

       KADİM KÜRTLERİN OĞUZ HAN SÖYLENCESİ

 

       KÜRTLERİN söylencelerinden birisi ve belki de en şaşırtıcısı, Büyük Türk KAANI 24 OĞUZ Boyunun atası, Yüce Türk İmparatoru, OĞUZ HAN’IN Evrenlerin Efendisi Hz. MUHAMMED {s.a.v} Efendimize elçi olarak BUĞDUZ adlı bir Kürt Beyini yollamasıdır. Üstelik bu KÜRT BEYİNİN hem adı Türkçedir ve hem de OĞUZ HAN’IN Hz. MUHAMMED {s.a.v} Efendimize gönderdiği elçilerin başkanıdır. PEYGAMBBERİMİZ {sav} Efendimize elçi yollama işinin bizzat OĞUZ HAN gibi Türklerin en çok sevdikleri, kendisine Peygamber dedikleri bir KAN=HAN tarafından gönderilmiş olması ise daha da şaşırtıcıdır. Bugün yaşayan Türk Boy ve oymaklarının doğrudan doğruya OĞUZ KAN’IN=OĞUZ HAN’IN çocuklarından türediği hakkındaki genel kabulü de dikkate alınırsa, Kürtlerin OĞUZ HAN ile birlikte yaşadıkları gerçeği ortaya çıkar. OĞUZ HAN’IN KÜRT Beylerinden BUGDUZ’U, Hz. MUHAMMED {s.a.v} Efendimize gönderdiği elçilerin başına getirmesi ise cidden şaşırtıcıdır. Bugünkü KÜRTÇÜLERE göre KÜRTLERİN ana Yurtları Güneydoğu Anadolu’dur. Oysa söylenceler, kuşaktan kuşağa, aktarıla-aktarıla yüz yıllarca çok az değişikliklere uğrayarak zaman ve mekânları aşa aşa varacağı yere kadar varır. Bazı kişiler:

       “Efendim! OĞUZ HAN ile Hz. Peygamber {s.a.v} Efendimizin yaşadıkları devirler farklıdır. Arada çok uzun asırlar var” diyebilirler. Bunun adı; söylence, yani efsanedir. Söylencelerde önemli unsur, söylenceyi üreten Halkın söylenceye yüklediği anlamdır. Burada da kast edilen anlam; “OĞUZ HAN, BUĞDUZ VE Hz. MUHAMMED {s.a.v} arasında geçen bir olaydır. Bu olayın olmuş veya olmamış olması, söylenceyi etkilemez. Bu söylencede, söylenceyi üreten Kürt Halkının, neyi kast ettiği, neyi ürettiği önemlidir. KÜRTLERİN kadim-ön devirde neyi ortaya koymak istedikleri oldukça önemlidir. Çünkü bu söylenceyi, kadim-eskiden de eski- ön devirlerde yaşamış olan Kürtlerin ataları OĞUZ HAN ile KÜRT BUĞDUZ’U, aynı soy, aynı dil birliği içinde, aynı devirde, aynı ülkede, aynı bayrak altında, birlikte yaşamakta olduklarını ortaya koymuşlardır. Önemli olan da budur. KÜRTLER bu söylenceyle KÖKENLERİNİ OĞUZ HAN’A bağlamaktaydılar. Bu söylence, Kürtlerin belleklerde korunmuş kalmış, kuşaktan kuşağa aktarıla aktarıla günümüze dek gelmiştir.

 

            Hz. MUHAMMED OĞUZ HAN, KÜRT BEYİ BUĞDUZ

 

“Hz. MUHAMMED’İN Peygamberliğinin ünü ufuklara yayıldığı, İslâmiyet’in çağrı sesinin yankısı dünyanın her tarafına yansıdığı, ülkelerin kıralları ve memleketlerin iklimlerin sultanları bu yeni görünümle ilgilenip, bu Yüce Efendinin önünde eğilmek ve ona bütün içtenlik ve coşkuluklarıyla itaatlerini sunmak istedikleri zaman; o sırada Türkistan’ın en büyük hükümdarlarından biri olan OĞUZ HAN Medine-i Münevvere’de-onun sakinine en üstün selâm olsun- bulunan, peygamberlerin övüncü ve yaradılmışların Efendisine bir heyet gönderdi.

       Bu heyetin başında, KÜRT BÜYÜKLERİNDEN VE İLERİ GELENELRİNDEN BUĞDUZ adlı bir kişi vardı. Kendisi çirkin görünüşlü, kaba, katı kalpli, ele avuca sığmaz bir kişiydi. Çirkin görünüşlü iri yapılı bu elçi, Peygamber’in “salat-selâm onun üzerine olsun”  gözüne görününce peygamberin canı sıkıldı ve ondan şiddetle nefret etti. Elçiye, kabilesi ve mensup olduğu SOY sorulunca: “KÜRT TOPLULUĞUNDAN olduğu cevabını verdi.  İŞTE O ZAMAN PEYGAMBER “salat-selâm onun üzerine olsun”:

 

       KÜRTLERE BEDDUA EDEREK ŞÖYLE DEDİ:”

 

       {-YÜCE ALLAH BU TOPLULUĞU, KENDİ ARASINDA İTTİFAKA VE BİRLEŞMEYE MUVAFFAK ETMESİN; YOKSA BİRLEŞTİKLERİ TAKDİRDE, ONLARIN ELLERİYLE DÜNYA YOK OLUR.}”

 

       İşte o zamandan beri, bu topluluk birleşik bir büyük devlet, birleşik bir büyük saltanat kurmaya muvaffak olamamıştır; yalnız İslâmiyet döneminde kurulan ve bağımsız olarak hüküm süren, tek başına sikke bastıran ve hutbe okutan, bağımsızlığın öteki belirtilerini de taşıyan ve bir süre egemenliğini sürdüren beş ufak KÜRT devleti hariçtir.”

 

      KÜRTLER arasında, şimdilik, genel olarak emrine uyulacak ve yargısı uygulanacak bir kimse bulunmadığı için,    

ÇOĞU KAN DÖKER, GÜVENLİK VE DÜZEN KURALLARINI ÇİĞNERLER.

KÜRTLER en ufak ve en önemsiz nedenlerle ayaklanarak, önemsiz hatalar ve küçük suçlar yüzünden büyük suçlar işlerler.

KÜRTLER, bir kişinin öldürülmesi karşılığında diyet kabul ederler. Bu diyet ya bir KIZDIR ya BİR ATTIR ya BİRKAÇ KEÇİDİR. EL, AYAK, DİŞ gibi küçük organların diyetlerine ise aldırmazlar.”

 

       ”Hz. Muhammed {sav} Sünneti gereğince dört özgür kadınla evlenmeyi mübah görürler. Sonra, güçleri yettiği takdirde bunlara dört de cariye eklerler. Böylece Yüce Allah’ın izniyle üreyip kısa zamanda çoğalırlar.”

 

       Aralarında öldürme yaygın olmasaydı, soylarının ve nesillerinin çoğalmasından dolayı, yalnız İran topraklarında değil, dünyanın her tarafında kıtlık ve yokluk yayılacaktı.

Allah dilediğini yapar ve dilediği hükmü verir.”{Şerefhan Şerefname Arapça’dan çeviren Mehmet Emin Bozarslan ANT Yayınları 1971 İstanbul S=24,25,26}

 

1995 yılı Temmuz ayında çevremde 20 kadar TÜRK, bir o kadar da kÜRT genci vardı. Öğlen vakti yemek molası vermiştik. Herkes Allah ne verdiyse yemeğini yemiş, biraz da uzun oturmaya başlamıştı. Aramızda oradan buradan konuşuyorduk. Bir ara, KÜRTÇE konuşmalar olunca bazı KÜRT kardeşlerim KÜRTÇE konuşanlara: “İkinci kanala vurmayın. Burada sizi anlamayanlar var. Belki onların aleyhinde konuşuluyormuş gibi bir kanaat doğar” şeklinde bir konuşma yapınca ben, Kürt kardeşlerime: ”Siz neden kendinizi Türklerden ayrı sayıyorsunuz. Oysa biz sizi bizden ayrı tutmuyor, kardeş görüyoruz. Ermeni’ye, Rum’a kız vermiyor, kız almıyoruz. Ama KÜRT lere kız veriyor, kız alıyoruz. Bir KÜRT bizden kız almak istediğinde ona etnik kimliğini sormuyoruz. Sorduklarımız; içki içer mi, gece hayatı var mı, kumar oynar mı? Gibi sorulardır.” Demiştim. Onlar: “Siz bizim dilimizi anlamıyorsunuz. Biz dil yönünden ayrıyız. Bunun için de sizden başkayız” demişlerdi. Ben de: “O zaman ben, size bir şey okuyayım, bakalım anlayabilecek misiniz?” diyerek aşağıdaki atasözünü okumuştum:

 

“BAKKAN –Ee-‘ Sİ CARASA,   

       KARA KÜÇÜK SAK BOLOT.” {Kırgız -Türkçesi- Sözlüğü K.K. Yudahin Çev: Abdullah TAYMAS TDK Yay Ankara 1945 C=1, S=179}

 

       Bu söylediğim sözleri KÜRT arkadaşlarım, anlamadıklarını söylediler. İçlerinden birisi; “ben bu sözleri neredeyse çözecek durumdayım” demiş ve fakat çözememişti. Hatta o kişi, Azerbaycan Türkçesini bir KÜRT olarak ve KÜRTÇE bildiği için çözecek durumda olduğunu da açıklamıştı. Okuduğum sözü orada hazır bulunan TÜRKLER de anlamamışlardı. Eminim şimdi bunu okuyanlar da anlamadılar. Oysa bu söz apaçık Türkçedir. Bu atasözünü, yeniden yeniden okudum. Ne Türkler, ne Kürtler anlamdılar. Anlamı şudur:

 

“BAKICISI İYİ BAKSA, İYİ EĞİTSE,

KARA KÖPEK BİLE UYANIK OLUR.”

 

       “Bakkan: Bakan, bakıcı, terbiye eden, eğiten.

       Ee’si: Sahibi.

       Caraşsa: Yarasa. Yarayışlı baksa.

       Kara: Kara, siyah, adi, sokak köpeği.

Küçük: it, köpek”

      

Türkiye Türkleri KUÇİK, KÜÇÜK sözünü unutmuşlar. Belleklerinden silinmiş. KÜRTLER köpeğe KUÇİK, ZAZALAR KUTİK derler. KÜRTLERİN iddia ettikleri gibi ZAZALAR, KÜRTLERİN bir alt kolu değildir. KÜRTLER, ZAZA’CA bilmezler. ZAZALAR da KÜRTÇE bilmezler. ZAZALAR sonradan KÜRTÇE öğrendikleri halde Kürtlerin çoğunluğu ZAZACA öğrenmezler.

Türkiye Türkleri, köpeğe Kırgız Türklerinin KÜÇÜK, Kürtlerin KUÇİK, ZAZALARIN KUTİK şekillerinde söyledikleri bu sözü belleklerinden silmişler, unutmuşlardır. Bu sözün KIRGIZ TÜRKLERİ, KÜRTLER ve ZAZALAR arasında halen yaşamakta olduğunu görüyoruz. Kırgız Türkleri arasında capcanlı olarak yaşıyor. Buna rağmen Türkiye Türklerinin belleklerinde bu sözün tamamen kaybolmadığını, aksine farklı bir söylenişle yaygın olarak kullanıldığını da sevinerek tespit ediyoruz.

Kırgızlarda KÜÇÜK, Zazalarda KUTİK Kürtlerde KUÇİK şeklinde kullanılan bu söz, doğrudan doğruya köpeğe/ite ad olmuştur. Anadolu, yani Türkiye Türklerinde ise; KÜÇÜK, KUÇİK, KUTİK sözleri unutulmuş olduğu halde, köpeği çağırma sesi olan: “KUÇU, KUÇU” sözleri halen yaşamakta, sevilerek ve yaygın olarak Ülke genelinde kullanılmakta olduğunu belgeliyoruz. KÜÇÜK, KUTİK, KUÇİK sözleri Anadolu Türklüğünde yaşamadığı, belleklerden silindiği halde, aynı sözün köpeği çağırma şekli olan: “KUÇU-KUÇU” şekli, köpeği çağırmada, sevmede kullanılır bir sözdür.

Kırgızlar, Kırgızistan’dan Anadolu’ya mı geldiler de KUÇİK sözünü Kürtlerden öğrendiler, yoksa Kürtler mi Kırgızistan’dan geldiler de Küçük sözünü Orta Asya’dan mı alıp getirdiler? 

 Ben Kürt kardeşlerime: “Şeref Han adında bir kişinin adını duydunuz mu? Onun Şerefnâme adlı bir eseri var. Bu eserinde: “OĞUZ HAN, BUĞDUZ adlı bir Kürt beyini Hz. Peygamber {s.a.v} Efendimize elçi olarak gönderiyor. Peygamberimiz {sav} Efendimiz, o kişiyi görünce ondan hoşlanmıyor. Kürtlerin devlet kuramamaları için Kürtlere lânet ediyor” diye anlatıyor. Ne diyorsunuz? Diye sordum.

Ben bunları söyler söylemez, oradaki Kürtlerin hepsi başlarını yere dikerek hiç yanıt vermediler. Bir süre sonra soruyu yeniledim. Bu kere onlar bana şu soruyu sordular:

-“Bu bilgiyi yeni mi öğrendin?” ben de:

-“Evet yeni öğrendim.” dedim.

Hikmet Usta adlı bir Kürt kardeşim:

-“Bu lanetleme olayını, 7 den 70’e bütün Kürtler bilir. OĞUZ HAN’IN Hz. MUHAMMED {s.a.v} Efendimize gönderdiği heyette bir de Türkmen Beyi vardı. Bu heyet,  Medine’ye vardığında orada bir de Arap heyeti vardı. Peygamberimizin huzuruna önce Arap heyeti girdi. Arap heyeti başkanı saygısını sundu: “Peygamberimiz ona:

 

“Sen çöllerde ibadetle meşgul ol” buyurdu.

Ardından Kürt beyi Bugduz Han Rasul’ullah Efendimizin huzura girdi. Girer girmez:

 

-“ÇE KÂRİKİ APEY MEMED”   Anlamı:

 

-“MEMED EMMİ, SEN NE İŞ YAPARSIN?”

 

dedi. BUNU DEYİNCE PEYGAMBERİİMİZ {s.a.v} EFENDİMİZ, BU KABA SABA VE SAYGISIZ KÜRT BEYİ BUGDUZ’DAN HOŞLANMADI. KÜRT BEYİ BUĞDUZ’A:

-“SEN DAĞLARA GİT, DAĞLARDA YAŞA. SENİN SOYUNDAN GELEN KÜRTLER DEVLET KURAMASINLAR.” DİYE BEDDUA ETTİ. BU BEDDUADAN DOLAYI BİZ KÜRTLER, DEVLET KURAMIYORUZ.” Dedi. Orada bulunan Kürtler, bu açıklamaya itiraz etmeden kabul ettiler. Bu itirafın tarihteki yerini alması için tarihe not düşüyorum. Hikmet Usta devam ederek:”

“BUĞDUZ’DAN SONRA PEYGAMBERİMİZ Hz. MUHAMMED {sav} EFENDİMİZİN HUZURUNA TÜRK BEYİ GİRDİ. HÜRMETİNİ, SAYGISINI SUNDU. PEYGAMBERİMİZ KARŞISINDAKİ TÜRK BEYİNİN SAYGILI DAVARINIŞINI GÖRÜNCE TÜRK BEY’İNE:

“-OĞLUM SEN GİT; DÜNYANIN EFENDİSİ OL” DİYE DUA ETTİ.” Diyerek OĞUZ HAN’IN ELÇİLERİ KONUSUNA AÇIKLIK GETİRDİ. Bu konuşmalar 1995 yılı yaz ayında yapıldı. Konuşanlar, orada hazır bulunanlar şu anda yaşıyorlar.

 

"-ÇE KÂRİKİ APEY MEMED”

 

APEY=EMMİ sözü, üzerinde duracağız. Dünyada Türk soyundan başka hiçbir soyda, bir birine: {EMMİ, DAYI, DEZZE>TEYZE, ABLA, BACI gibi akrabalık içeren samimi, doğal yakınlık hitapları yoktur. Bu tür hitap şekli sadece OĞUZ HAN’IN soyu olan TURAN soyunda vardır. Hz. MUHAMMED {s.a.v}  Efendimize gönderilen Heyetin Başkanı BUĞDUZ’UN: ”APEY=EMMİ” şeklindeki hitabı, Kürtlerde olduğu gibi, Kızılderili Türklerde de tespit edilmiştir. Bu hitap şekli, köken birliği açısından çok önemli mihenk taşlarıdır.

       Kürtlerin arasında yüz yıllardır yaşayan bu olayın gerçek yönlerini, ayrıntılarını öğrenmiş olduk. Bu konulardan şu anda bile milyonlarca Türk’ün haberi yoktur. Kürtler de bu konudan söz etmiyorlar. Ser veriyor, sır vermiyorlardı.

Gerek Şeref Han Şerefnâme adlı eserinde, gerekse arkadaşlarım, kardeşlerim Kürtlerin anlattıkları ufak bir iki farkla birbirinin aynı olarak görünüyor. Şerefnâmede Arap ve Türk beylerinin ziyaretlerinden söz edilmiyor. Şeref Han kendisi Kürt olduğu için, Şerefnâme adlı eserine Kürt Beyi BUGDUZ’UN elçilik görevini almış olmalıdır. Öyle olmamış olsaydı karşımdaki 20’nin üzerindeki Kürt kardeşim, Türkmen ve Arap beyleri hakkında bilgi verebilirler miydi? Demek ki, Kürt cemaati arsında oldukça yaygın olan bu olay, yanımda bulunan bütün Kürt kardeşlerimiz tarafından yukarıda anlatıldığı gibi anlatılmış, bu olayı 7 den 77 kadar bütün Kürtlerin bildiğini açıklamışlardı.

Şerefnâmede Şerefhan, Hz. Peygamber {sav} Efendimiz,  OĞUZ HAN’IN Elçisi Kürt Bey’i BUĞDUZ’A, kabilesi ve mensup olduğu soyunu sorduğunda BUĞDUZ:

       “Elçiye, kabilesi ve mensup olduğu SOY sorulunca: “KÜRT Topluluğundan olduğu cevabını verdi.”{Şerefname age.}

       Elçi, Kürt beyi BUĞDUZ, Hz. MUHAMMED {s.a.v} Efendimize:KÜRT TOPLULUĞUNDAN olduğunu söyledi.” Bu yanıtta gözümüze çarpan husus SOY’U sorulunca BUĞDUZ Kürt topluluğundan, yani “Kürt Ceaatinden” olduğunu söylemiş. Osmanlı fermanlarında da “Cemaati Ekrad” Kürt Cemaati olarak geçer. BUĞDUZ; Soyunun, yani Milletinin adını söylememiş. Sadece, {KÜRT TOPLULUĞU’NDAN, YANİ KÜRT CEMAATİNDEN} olduğunu söylemiş. BUĞDUZ, {KÜRT MİLLETİNDEN’İM} DEMEMİŞ. KÜRT CEMAATİNDEN’İM} yanıtını vermiş. Bu yanıtı Evrenlerin Efendisi Hz. MUHAMMED {s.a.v} Efendimize vermiş. Kendilerini MİLLET, SOY olarak tanımlamamış. Hatta Şerefname yazarı Şeref Han dahi bu gerçeği ifade etmekten çekinmemiştir.

 

BUĞDUZ-MUĞDUZ SÖZÜ

 

       Bugduz sözü, birkaç anlama gelir Türkçe bir sözdür.

       “Buğduz: Körelmiş, keskin olmayan, aşınmış, topal”{Kırgız Sözlüğü  K.K Yudahin Çev: A. Battal Taymas Ankara 1945. MEB yay C: 2, S: 574}

 

       “Yay baruban erküzi,

       Aktı akın muğduzı,

       Toğdı yaruk yulduzı

       Tingle sözüm külgüsüz.”

 

       “Yaz gelirken, eriyen karlar,

Coşkun seller gibi aktı.

Tan yıldızı doğdu.”{Divan-ü Lügat’it-Türk Kaşkarlı Mahmut Tdk. Ankara 1938 C:1 S: 96}

 

       OĞUZ BOYULARINDAN BUĞDUZ BOYU

 

       Biz Türkler, TÜRK OĞUZ BOYLARININ çok azını biliriz. 24 OĞUZ BOYLARINDAN biri olan BUĞDUZ Boyunun adını duymayan çoktur. Şeref Han’ın M.S. 1597 yılında yazdığı  Şerefnâme adlı eserinde OĞUZHAN’IN Hz. Muhamemd {sav} Efendimize gönderdiği elçilerin başkan olan BUĞDUZ adlı Kürt beyinin adının OĞUZHAN’IN ÜÇ OKLARDAN 6. Oğlu DENİZHAN’IN IĞDIR’DAN sonra ikinci Oğlunun adını taşımaktadır. Bu tarihi gerçeği ortaya çıkarmış bulunuyoruz. Bu belgeleri bizzat görmek için aşağıdaki TÜRK OĞUZ BOYLARI  tablosunu dikkatle inceleyelim. OĞUZ BOYLARINA KÜRT Efsanelerinde TÜRK OĞUZ HAN soyundan geldikleri, hatta çarpıcı bir tespit yaparak KÜRTLERİN OĞUZ BOYLARINDAN BUĞDUZ BOYU ile ilişkileri dikkat çekicidir.

       Aşağıda açıklayacağım konular şimdiye kadar hiç kimsenin dikkatine çarpmamış oldukça önemli, önemli olduğu kadar da şaşırtıcı konulardır. Şeref Han Şerefnâme’de OĞUZ HAN’IN Hz. MUHAMMED {s.a.v} Efendimize gönderdiği Heyetin başındaki kişinin adı: BUĞDUZ idi. Kürt söylencelerinde de OĞUZ HAN’IN Rasul’ullah {s.a.v} Efendimize gönderdiği Heyetin Başkanının adının BUĞDUZ olduğu açıklanmaktadır. Şimdi sıkı durun. Aşağıya 24 OĞUZ BOYLARININ listesini çıkarıyorum. Önce bu OĞUZ BOYLARI listesini sonra da aşağıdaki açıklamamızı dikkatle inceleyiniz:

 

              OĞUZ BOYLARI            .                  

BOZOKLAR                           ÜÇOKLAR

GÜNHAN,         AYHAN,            YILDIZHAN       GÖKHAN,          DAĞHAN,          DENİZHAN

Kayı,           Yazır,           Avşar          Bayındır,     Salur,          Iğdır

Bayat,          Döğer,          Kızık,           Peçenek         Eymür,          BUĞDUZ

Alkaevli,        Dodurga,       Bedilli,          Çavuldur,      Alayuntlu,      Yıva

Karaevli,      Yaparlı,        Karkın,        Çepni,         Yüreğir,       Kınık

……………………………………….……..……………………………………………………………………………………………………………..

 

        Yukarıdaki OĞUZ BOYLARI Tablosuna dikkatle bakarsanız, OĞUZ HAN’IN oğullarından ÜÇOKLAR’DAN, DENİZ HAN’IN ikinci oğlunun adının BUĞDUZ olduğunu göreceksiniz.  Hem Kürt topluluğunun Söylencelerinde, hem de Şerefname’de Şeref Han, OĞUZ HAN’IN Evrenlerin Efendisi Hz. MUHAMMED {s.a.v} Efendimize gönderdiği Elçinin Kürt büyüklerinden, BUĞDUZ olduğunu açıkça itiraf ediyorlar. BUĞDUZ ise 24 OĞUZ BOYLARININ ÜÇOKLARA mensup DENİZ HAN’IN ikinci oğlu BUĞDUZ olduğunu tespit ettik.

       Şu elde ettiğimiz belgeler, Türklerle Kürtler tarafından dikkatle incelenmelidir. Kürtlerin kökenleri, kendilerinin toplum vicdanlarında-Kürt topluluğunun toplum hafızasında yüz yıllardır saklı duruyormuş. Bunları bulmayı, Yüceler Yücesi Allah Zülcelâl’in izni ve rahmetiyle bu zayıf kuluna nasip etti. Bana, Kürtlerin yüzlerce yıldan beri saklı kalmış sırlarını buldurduğu için Rabbime ne kadar şükretsem az gelir.

 

       BUĞDUZLAR

 

        24 OĞUZ BOY’UNDAN ÜÇOKLARDAN DENİZHAN’IN IĞDIR’DAN SONRA DOĞAN İKİNCİ OĞLU BUĞDUZ HAN’DIR BUĞDUZ HANDAN soylanan çocukları, aynı adı aldıkları gibi, başka adlarla da adlandırılmışlardır. BUĞDUZLARDAN büyük bir kol şu anda Kırgısiztan, Kazakistan, Özbekistan Türk Cumhuriyetlerinde yaşıyor.  BUĞDUZLARDAN başka büyük bir grup ta ANDİCAN dolaylarında toplu olarak yaşamaktadırlar. Değerli kardeşim Edibe BUĞDUZ Hanımefendi Orta Asya’dan gelerek Türkiye’ye yerleşmiş, BUĞDUZ BOYUNDAN değerli bir kardeşimizdir.  Evlendiği için şu anda İstanbul’da yaşamaktadır. Kendisine ailecek mutluluklar dileriz. Kardeşi ve öteki akrabaları ise hala Adana’da yaşamaktalar. BUĞDUZLARLA ilgili yukarıdaki ve aşağıdaki bilgileri Edibe BUĞDUZ Hanımefendi nakletmiş ve açıklamasını da kendisi yapmıştı:

 

       “GÖKTE YLDIZ, YERDE BUĞDUZ .”    

 

“Gökteki yıldız kadar, yerde de o kadar BUĞDUZ var.

      

BUĞDUZLAR, gökteki yıldızlar gibi tez çoğalırlar.”

      

Edibe BUĞDUZ Hanım Efendinin açıklamasına göre, BUĞDUZLAR dünyada en çok çoğalan bir OĞUZ BOY’UDUR. Orta Asya’da ANDİCAN dolaylarında kalabalık bir Boy olarak yaşayan BUĞDUZLAR, orada en çok ve hızlı olarak çoğalmakta olduklarını muhterem Edibe BUĞDUZ hanım efendiden öğrenmiş bulunuyoruz.

       Sayın Fahrettin Coşkun, Suriye’den Hatay’ın KARBEYAZI Beldesine göçmüşlerdir. Kendisinin bana açıkladığına göre, BUĞDUZ sözü ile ilgili bu atasözü, Suriye Türkmenleri arasında da biraz farkla hala yaşamaktadır.

       Suriye Türkmenleri arasında yukarıdaki ata sözü:

       “GÖKTE YILDIZ, YERDE KUNDUZ” şeklinde yaşamaktadır.

 BUĞDUZ sözü, KUNDUZ şekline dönüşerek varlığını buralarda da sürdürmüştür. Hızlı çoğalma, BUĞDUZ Boyuna verilmiş bir nimettir. Kürtlerin, hızlı üredikleri, dikkate aşınırsa,  Türk Kaanı OĞUZ HAN’IN, Hz. MUHAMMED {sav} Efendimize elçi olarak gönderdiği kişinin de adının BUĞDUZ olduğunu düşünürsek aradaki benzerliklerin şaşırtıcı olduğunu görürüz. Şu açıklananları ciddi olarak inceleyen Türk ve Kürt kardeşlerimin gerçekleri algılamaları DUSIYLA ESENLİKLER DİLERİM.

 

       HİDAYET, SADECE ALLAH ZÜLCELÂL’İN YETKİSİNDEDİR.

 

        07/Ekim/2012 Türk Milletine ve Kürt kardeşlerime armağanımdır.

 

                Rüstem KOCADURMUŞOĞLU

        Eğitimci Yazar-Teolog-Kökenbilimci

Bilge Ata- Ξ̲̅ TÜRKİYE Ξ̲̅

 

 

 


 
  2025 © Bilge Ata. Tüm Hakları Saklıdır.   Son Güncelleme Tarihi: 05.07.2017Tasarım & Kodlama: -